"Süper İzin Kanunu"Ndan, Çed Süreçlerine:  2025'e "Çevre" Penceresinden Bakış

Güncelleme:
Facebook'da Paylaş Twitter'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş Google News'de Paylaş

Türkiye'de 2025, çevre mücadelesinin Meclis’ten köylere, ormanlardan kıyılara taşındığı yıl oldu; Akbelen Ormanı’ndan Kurtderesi Mahallesi’ne, Uşak’taki su krizinden Kanal İstanbul’a kadar madencilik, imar ve enerji projelerine karşı tepkiler ülke geneline yayıldı.

Haber: Buse ÖZBEY

(ANKARA) - Türkiye'de 2025, çevre mücadelesinin Meclis'ten köylere, ormanlardan kıyılara taşındığı yıl oldu; Akbelen Ormanı'ndan Kurtderesi Mahallesi'ne, Uşak'taki su krizinden Kanal İstanbul'a kadar madencilik, imar ve enerji projelerine karşı tepkiler ülke geneline yayıldı.

Türkiye'de 2025 yılı boyunca çevre mücadeleleri; iklim krizi ve su kaynaklarının korunmasının yanı sıra zeytinlikler, tarım alanları ve yaşam alanlarına yönelik projelere karşı verilen yerel direnişlerle gündeme geldi. TBMM'de kabul edilen düzenlemeler ile köylerde süren mücadeleler arasında doğrudan bir bağ kuruldu.

2025'in ilk aylarında TBMM gündemine gelen ve kamuoyunda "Süper İzin Yasası" olarak anılan düzenleme, madencilik, enerji ve altyapı projelerinde izin süreçlerini hızlandırmayı hedefledi. Düzenleme; Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerinin esnetilmesi, kurumlar arası izin mekanizmalarının merkezileştirilmesi ve yatırım projelerine öncelik tanınması gibi başlıklarıyla eleştirilerin odağı oldu. Komisyon görüşmeleri sırasında muhalefet milletvekilleri, teklifin Anayasa'nın çevreyi korumaya yönelik hükümleriyle çeliştiğini savundu. Çevre örgütleri ise düzenlemenin, yıllardır verilen yerel çevre mücadelelerini işlevsiz bırakacağı uyarısında bulundu.

"Toprağımızı Vermiyoruz Platformu" TBMM'de açıklamalar yaptı, Cemal Süreya Parkı'nda nöbet tuttu

Temmuz ayında TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen, zeytinliklerin madenciliğe açılmasını öngören 7554 sayılı kanun teklifine tepki göstermek amacıyla Türkiye'nin 30 ilinden gelen köylüler, "Toprağımızı Vermiyoruz" adıyla bir platform kurdu. Platform üyeleri, zeytinleriyle birlikte Meclis'in Dikmen Kapısı'na gelerek düzenlemenin özellikle zeytinlik alanlar ve tarım havzaları açısından geri dönülmez sonuçlar doğuracağını dile getirdi, açıklamalar yaptı ve Cemal Süreya Parkı'nda nöbete başladı. Platform, yaptığı açıklamaların ardından CHP, DEM Parti ve TİP milletvekillerinden destek alsa da tüm itirazlara rağmen yasa Meclis'ten geçti. Hukukçular ve çevre örgütleri, düzenlemenin iptali için yargı yollarına başvurulacağını ve mücadelenin Meclis'le sınırlı kalmayacağını vurguladı. Platform üyeleri, mücadelelerinden vazgeçmeyerek muhalefet milletvekilleri, gazeteciler ve aktivistlerle temaslarını sürdürdü ve açıklamalar yapmaya devam etti. Takvimler eylülü gösterdiğinde, muhalefet partilerinin genel başkanları ve milletvekillerinin de katıldığı "Toprağımızı Vermiyoruz" mitingi düzenlendi. Platform üyeleri, geçen günlerde Meclis Genel Kurulu'nda görüşülecek Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bütçesi öncesinde TBMM Dikmen Kapısı önünde bir araya gelerek, 2026 bütçesinin doğayı yoksaydığını vurgulayan ve halkı ile doğayı önceleyen ekolojik bir bütçenin hazırlanabileceğine ilişkin bir açıklama yaptı.

Yerelden ulusala: Kurtderesi Mahallesi'nde acil kamulaştırma

6 Şubat depremlerinin yaraları henüz sarılmamışken ve vatandaşlar hala konteyner kentlerde yaşarken, depremzedeleri sarsan bir gelişme yaşandı. Samandağ ilçesine bağlı Mağaracık, Kurtderesi ve Vakıflı mahalleleri TOKİ projeleri kapsamında "acil" kamulaştırıldı. Kamulaştırma kararı, 2025 yılı boyunca sürecek yerel bir mücadelenin kapısını araladı. Vatandaşlar karara tepki göstererek dava açtı. Dava süreci devam ederken Kurtderesi Mahallesi'ne iş makineleri ve kepçeler girdi. "Toprağını terk etmeyeceğini" vurgulayan mahalle sakinleri, "yeniden inşa" adı altında yürütülen projelerin yalnızca barınma sorununu değil, geçim kaynaklarını ve ekolojik dengeyi de tehdit ettiğini belirterek nöbete başladı. Vatandaşların nöbeti sürerken bölgeye çevik kuvvet girdi, ağaçlar söküldü ve henüz meyveleri toplanmamış ağaçlar kesildi. Olaylara tepki gösteren vatandaşlarla polis arasında tartışmalar yaşandı, gözaltılar oldu, bazı vatandaşlar yaralandı ve hastaneye kaldırıldı.

Akbelen'de ağaç sökümü: Mücadele devam etti

Muğla'nın Milas ilçesindeki Akbelen Ormanı'nda, 2025 yaz aylarında madencilik faaliyetleri kapsamında sabah saatlerinde jandarma ve çevik kuvvetin alana girmesiyle ağaç sökümleri yeniden başladı. Bölge halkı ve çevre savunucuları, ormanlık alanda nöbet tutarak çalışmaları durdurmaya çalıştı ancak nöbet sırasında gözaltılar yaşandı. Akbelen, önceki yıllardan bilinen mücadelesiyle 2025'te de çevre hareketinin sembol alanlarından biri olmayı sürdürdü. Ağaç sökümüne karşı yapılan eylemlerde, "Ormanlar şirketlere değil, halka ait" sloganı öne çıktı. Bölge sakinleri, ormanın yalnızca bir ekosistem değil, aynı zamanda bölgenin su rejimi ve tarımsal üretimi için hayati önemde olduğunu ifade etti. Mücadele devam ederken, Akbelen direnişinin sembol isimlerinden Zehra Nine hayatını kaybetti. Sevenleri, mücadelesinin yaşatılacağını vurguladı.

Kıyı şeritlerinde yetki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'na verildi, tepkiler büyüdü

Bu gelişmeler sürerken Resmi Gazete'de yayımlanan bir düzenleme ile kıyı şeritlerinde yapılacak planlama ve imar süreçlerinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın belirleyici yetkiye sahip olması hükme bağlandı. Düzenleme, kıyı alanlarında yerel yönetimlerin ve meslek odalarının itiraz ve görüş süreçlerini ikincil konuma düşürdüğü gerekçesiyle eleştirildi. Karara göre, kıyı ve sahil şeritlerinde yapılacak plan değişikliklerinde nihai karar merciinin bakanlık olması, "kamu yararı" gerekçesiyle merkezi müdahalelerin önünü açtı. Çevre hukukçuları, bu yetkinin kıyıların yapılaşmaya açılmasını hızlandırabileceği uyarısında bulundu. Düzenlemenin Resmi Gazete'de yayımlanmasının ardından çevre örgütleri, şehir plancıları ve kıyı kentlerinde yaşayan yurttaşlar tepki gösterdi. Yapılan açıklamalarda, kıyıların Anayasa ve Kıyı Kanunu uyarınca herkesin ortak kullanım alanı olduğu vurgulandı. TMMOB'a bağlı meslek odaları, kararın kıyı ekosistemlerini tehdit ettiğini ve yerel yönetimlerin devre dışı bırakıldığını belirterek düzenlemenin iptali için hukuki girişimlerin gündeme alınacağını duyurdu. Bazı kıyı kentlerinde basın açıklamaları düzenlenirken, sosyal medyada "KıyılarHepimizin" etiketiyle paylaşımlar yapıldı.

Su krizi ve madencilik faaliyetleri

2025 yılı boyunca Uşak başta olmak üzere Türkiye'nin birçok bölgesinde yaşanan su sorunu, çevre mücadelelerinin merkezine yerleşti. Uşak'ta yaz aylarında barajlardaki doluluk oranlarının kritik seviyelere düşmesiyle kentte ve kırsal yerleşimlerde uzun süreli su kesintileri yaşandı. Bölge halkı ve çevre örgütleri, yaşanan susuzluğun yalnızca iklim koşullarıyla açıklanamayacağını; maden şirketlerinin yoğun su kullanımı ve yeraltı sularına yönelik müdahalelerinin krizi derinleştirdiğini vurguladı. Özellikle altın ve metal madenciliği faaliyetlerinin, tarımda ve içme suyunda kullanılan kaynakları tükettiğine dikkat çekildi. Uşak'ta yapılan basın açıklamalarında, "Madenler suya erişirken halk susuz bırakılıyor" ifadesi öne çıktı. Köylüler, hayvancılık ve tarımsal üretimin ciddi biçimde zarar gördüğünü, bazı yerleşimlerde tankerle su taşındığını dile getirdi. Benzer tepkiler Ege, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerindeki farklı yerleşimlerden de yükseldi. Çevre savunucuları, suyun bir ticari girdi değil temel bir yaşam hakkı olduğunu vurgulayarak maden şirketlerinin su kullanımına sınırlama getirilmesini talep etti.

Kanal İstanbul projesinde yeni bilirkişi raporu: Karar yetersiz

Kanal İstanbul projesine ilişkin hukuki süreçler 2025'te de devam etti. Açılan davalar kapsamında hazırlanan yeni bilirkişi raporu, projenin çevresel etkilerine ilişkin önceki uyarıları teyit eden bulgular içerdi. Raporda, projenin ciddi çevresel ve sismik riskler içerdiği, su kaynaklarının geri dönülmez biçimde zarar görebileceği, kültürel varlıkların yok olabileceği ve yerel depremlerin tetiklenebileceği belirtildi. Bilirkişi heyeti, ÇED dosyasının temel çevresel, jeolojik ve sosyal etkileri eksik değerlendirdiğini vurgulayarak raporun bilimsel ve teknik açıdan uygun olmadığı sonucuna vardı. Meslek odaları ve çevre örgütleri, bilirkişi raporunun projeden vazgeçilmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyduğunu savundu. Kanal İstanbul'a karşı yürütülen mücadelenin yalnızca bir şehircilik meselesi değil; su, tarım ve yaşam hakkı meselesi olduğu vurgulandı. 2025'in aralık ayına ise Çorum'un Sungurlu ilçesine bağlı Karakaya köyünde taş ocağı çalışmalarının, yargı süreci ve bölge halkının tepkilerinin devam etmesi damga vurdu.

Karakaya Köyü'nde, TCDD tarafından işletilmesi planlanan diyorit ocağı ve kırma eleme tesisi için Valilik "ÇED Olumlu" kararı verdi. Kararın yetkisiz şekilde alındığını öne süren köylüler, yürütmenin durdurulması istemiyle dava açtı. Mahkeme süreci devam ederken şirket, jandarma eşliğinde kepçelerle bölgeye girerek çalışmalara başladı. Bölge halkı, projelerin hayata geçirilmesi halinde su kaynaklarının zarar göreceğini ve tarım alanlarının kullanılamaz hale geleceğini belirtti. Köylüler, bilirkişi keşiflerine katıldı, köy meclisi kurarak süreci kolektif biçimde yürütmeye başladı. Karakaya'da öne çıkan söylem, "Toprağımızı ve suyumuzu savunmak, yaşamımızı savunmaktır" oldu.

İliç maden faciasında dava 2025'te de sonuçlanmadı

Erzincan'ın İliç ilçesinde meydana gelen ve 9 işçinin hayatını kaybettiği maden faciasına ilişkin yargı süreci 2025 yılı boyunca sonuçlanmadı. Duruşmalar ertelenirken dosyaya giren yeni bilirkişi raporu tartışmalara neden oldu. Raporda, maden sahasındaki liç yığınının stabilitesine ilişkin daha önce yapılan uyarıların dikkate alınmadığı, risk analizlerinin yetersiz olduğu ve denetim mekanizmalarının etkin işletilmediği tespitlerine yer verildi. Çevresel etkilerin ve işçi güvenliğinin ikincil plana itildiğine dikkat çekildi. Faciada yaşamını yitiren işçilerin yakınları ve çevre örgütleri, yargılamanın uzamasına tepki göstererek sorumluların ortaya çıkarılmasını ve benzer felaketlerin önlenmesi için caydırıcı kararlar verilmesini talep etti. Yapılan açıklamalarda, "Bu dava yalnızca İliç'in değil, Türkiye'deki tüm maden sahalarının davasıdır" ifadeleri kullanıldı. Tüm bu tartışmalar sürerken "madenin yeniden faaliyete başlayacağı" yönündeki açıklamalar tepkileri artırdı. Faciada yaşamını yitiren işçilerden Uğur Yıldız'ın annesi Sevda Yıldız, "Ocağın açılmasını kesinlikle istemiyorum. Dokuz canın orada kanı var. Hiç mi utanmıyorlar? Oranın açılmasını isteyenler, orada menfaati olanlar" diyerek tepki gösterdi.

ÇED süreçleri...

Bolu'nun Kındıra, Bürnük ve Kol köyleri sınırları içindeki Dombay Deresi Kanyonu bölgesine taş ocağı açılması için gerekli ÇED süreci başlamadan bir firmanın yol açma çalışmalarına başladığı bildirildi. Bölge halkı ve köylüler, ÇED sürecinin yürütülmediğini, doğa ve su kaynakları üzerindeki etkiler araştırılmadan çalışmanın başlatıldığını belirterek tepki gösterdi. Köylüler, "ÇED raporu olmadan hiçbir faaliyet yapılamaz" vurgusu yaptı. İstanbul Sazlıbosna'da, Kanal İstanbul güzergahında binlerce konutun yanında mobil hazır beton santrali kurulmasının planlandığı yönünde çalışmalar yürütüldüğü bildirildi. Tesisin konut alanına bu denli yakın olması, sağlık, gürültü ve çevresel etkiler açısından mahalle sakinleri ve çevre gruplarında endişe yarattı. Sinop'ta yapılması planlanan nükleer güç santrali projesine açılan davada Danıştay 6. Dairesi, plan değişikliği ve "ÇED Olumlu" kararına ilişkin dava sonuçlanana kadar sürecin beklenmesine karar verdi.

Aydın'ın Kuşadası ilçesindeki Adagöl bölgesinde yapılması planlanan otel projesine ilişkin davada bilirkişi raporu dikkati çekti. Raporda, gölete yalnızca 25 metre mesafedeki proje alanında yürütülecek faaliyetlerin su kalitesi üzerinde ciddi riskler oluşturabileceği ve bu risk senaryosunun ÇED dosyasında yeterince analiz edilmediği belirtildi. Proje tanıtım dosyasında sızıntı riskinin sucul yaşam ve su kalitesi açısından göz ardı edildiği ifade edildi. Bolu'daki Gerede Çayı'ndaki kirliliğe dikkat çeken bölge halkı, kirliliğin OSB'lerdeki fabrikaların arıtılmadan bırakılan atık sularından kaynaklandığını ileri sürdü. Gerede Çayı Temiz Aksın Platformu, bu kirliliğin su kaynaklarını ve biyoçeşitliliği yok ettiğini, tarım, hayvancılık ve insan sağlığını tehdit ettiğini belirtti.

Ardahan'ın Damal ve Posof ilçeleri arasında yapımı süren Ilgar Tüneli inşaatı da çevre tepkilerini artırdı. Köylüler, tünel inşaatından çıkan atık su ve hafriyatın Bağırsak Deresi'ne karıştığını, balık ölümlerine yol açtığını ve suyun kullanım kalitesini düşürdüğünü ifade etti. Buna bağlı olarak tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin olumsuz etkilendiği, bazı köylerde içme ve sulama suyu sıkıntısı yaşandığı belirtildi. Bölge sakinleri hukuki süreç başlatacaklarını duyurdu.

Tokat'ın Yazıcık Beldesi'nde verilen bentonit madeni işletme ruhsatına ilişkin davada bilirkişi raporu, ruhsatın bilimsel ve teknik açıdan yeterli olmadığını ortaya koydu. Raporda, ruhsat sahasına ilişkin jeoteknik analizlerin eksik olduğu, şev duraylılığı ve toz emisyonu gibi kritik parametrelerin ÇED başvuru dosyasında yeterince incelenmediği vurgulandı. Ayrıca, proje sahasında yaklaşık 60 bin ağacın kesilmesinin öngörüldüğü ve çevresel risklerin yeterince değerlendirilmediği belirtildi.

Kaynak: ANKA / Güncel
Haberler.com
500

Haberler.com'da yer alan yorumlar, kullanıcıların kişisel görüşlerini yansıtır ve haberler.com'un editöryal politikası ile örtüşmeyebilir. Yorumların hukuki sorumluluğu tamamen yazarlarına aittir.