Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Bozarslan: "medyada Barış Dili Olmalı. Bu Dili Medyanın Kendisi Oluşturmalıdır"

Güncelleme:
Facebook'da Paylaş Twitter'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş Google News'de Paylaş

Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Felat Bozarslan, medyada barış dilinin olması gerektiğini belirterek "Bu dili oluşturacak yerler medya kurumlarının kendisidir. Meslek örgütlerinin kendileridir. Basın meslek örgütlerinin kendileridir. Hiçbir müdahaleye mahal vermeden, dışarıdan açıklamaya, tartışmaya mahal vermeden bu barış dilini bizim kendi kendimize oluşturup yaratmamız ve hayata geçirmemiz gerekiyor" dedi.

Haber: Serra TAYLAN

(ELAZIĞ) - Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Felat Bozarslan, medyada barış dilinin olması gerektiğini belirterek "Bu dili oluşturacak yerler medya kurumlarının kendisidir. Meslek örgütlerinin kendileridir. Basın meslek örgütlerinin kendileridir. Hiçbir müdahaleye mahal vermeden, dışarıdan açıklamaya, tartışmaya mahal vermeden bu barış dilini bizim kendi kendimize oluşturup yaratmamız ve hayata geçirmemiz gerekiyor" dedi.

Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Felat Bozarslan, medyanın bölünmüşlüğünün medya etiği ve medya dilinde kirliliğe yol açtığını söyledi. Medyada barış dilinin hakim olması gerektiğini belirten Bozarslan, bu dilin medyanın tarafsızlığını koruyacak şekilde ve herhangi bir müdahale olmaksızın kendi içinde oluşturulması gerektiğini söyledi. Yaşanan Terörsüz Türkiye sürecinin başarıya ulaşmasında medyanın çok önemli bir rolü olduğunun altını çizen Bozarslan, şunları söyledi:

"Türkiye'deki medya belirli dönemlerde, belirli olgulara karşı, reflekslere karşı bir dil oluşturuyor. Bu dil doğru bir dil değil, medyadaki barış dilinin başından sonuna kadar aynı şekilde, aynı hassasiyette olması gerektiğini düşünüyorum. Olayların, olguların ve dönemsel siyasi gelişmelerin dışında yaratılmış bir medya dili hepimize ve bu ülkeye zarar veriyor maalesef. Bir dönemin teröristi bir dönemin kahramanı olamaz, olamıyor. Bu dil medyada hem kirliliği yaratıyor hem de medya içerisinde bugün mevcut yürütülen sürece zarar veren pozisyona geliyor. Medyanın bir dili olmalı, bu dil de hakkaniyet ve barış dili olmalı. Bu dil de medyanın etik değerlerini içerisinde barındıran bir dil olmalıdır.  Medyada barış derken biz bunu kastediyoruz aslında.  Dün ayrı söylenen bir şeye, bugün farklı bir şey söylemek medya etiğine ve davranış biçimine uygun bir tarz değil. Bizim amacımız nedir? Bugün Türkiye'de bir süreç yürütülüyor. Hepimizin sonucunun iyi olmasını temenni ettiğimiz bir süreç ilerliyor. Bundan sonra belki de bu ülkede hiçbir ailenin ocağına ateş düşmeyecek, hiçbir annenin ağlamayacağı bir sürece gidiyor. Biz medyanın bu süreçte bu dili benimsemesini, dün değiştirdiği ya da bugün kullandığı dille bugün kullandığı dilin farklı olması gerektiğini düşünüyoruz.

"Medyanın dilini kontrol etmesi gereken medyanın kendisidir"

Medya üzerinde bir sansür baskı ya da medyanın dili ile ilgili tartışmaları medya kurumlarının, medya  örgütlerinin kendisi yapmalıdır. Medyaya karşı nereden gelirse gelsin sansüre, sansür uygulamalarına ya da baskı uygulamalarına en başından beri karşı çıktık, çıkmaya da devam edeceğiz. Ancak burada medyanın dilini kontrol etmesi gereken, medyanın dilini düzeltmesi gereken, bu sürecin parçası olan insanlar değil; medya kendi kendini bu konuda organize etmelidir. Dışarıdan da herhangi bir insanın müdahalesine gerek duymadan bu kontrolü sağlamalıdır. Bu dili oluşturacak yerler medya kurumlarının kendisidir. Meslek örgütlerinin kendileridir. Basın meslek örgütlerinin kendileridir. Hiçbir müdahaleye mahal vermeden, dışarıdan açıklamaya, tartışmaya mahal vermeden bu barış dilini bizim kendi kendimize oluşturup yaratmamız ve hayata geçirmemiz gerekiyor.

"İktidar, medyanın yüzde 90'ını kontrol altına aldı"

Basın özgürlüğü dönemsel olarak sağlanabilecek ya da rafa kaldırılacak bir şey değil. Basın özgürlüğü ülkenin anayasasında güvence altına alınmış bir özgürlüktür. Hiçbir zaman nereden gelirse gelsin basın özgürlüğüne yönelik saldırılara, ihlallere engelleri hep karşı durduk durmaya devam edeceğiz. Dönemsel bir şekilde siyasetçilerin bunu uyguluyor olması, basın özgürlüğünün üzerinde engel çıkarıyor olması özellikle, 2015'ten bugüne kadar Türkiye'de iktidarın bu yönde yaptıklarını hepimiz görüyoruz, şahit oluyoruz. İktidar, medyanın yüzde 90'ını kontrol altına aldı. Bunun karşılığında da bunun zıddı doğduğu, yani muhalif adı verilen bir medyanın oluştuğu bir ülkede yaşıyoruz. Tabii ki bunlar kabul edilebilir. Ama medyaya müdahaleler, duayen gazeteciler olsun, insanların cezaevine atılması  olsun, ayaklarına elektronik kelepçe takılması olsun, asla kabul edilebilir şeyler değildir. En başından beri karşı durduk, durmaya da devam edeceğiz. "

"Basın kartları rüştünü ıspatlamış basın meslek örgütleri tarafından verilmelidir"

Gerekli koşulları sağladığı halde basın kartı alamayan birçok gazetecinin olduğunu da ifade eden Bozarslan, basın kartı verme yetkisinin rüştünü ispatlamış basın ve medya örgütlerine verilmesi gerektiğini savundu. Bozarslan, şunları söyledi:

"Türkiye'de çok sayıda gazeteci basın kartını alamıyor. Ben de bunlardan biriyim. Bir basın meslek örgütünün başkanıyım. 30 yıldır gazetecilik mesleğini yapan bir insanın. Hakkımda açılmış bir dava yok. Soruşturma yok, başka bir şey yok. Ama ne sebeple olduğunu bilmiyorum. Basın kartım verilmiyor. Ben 8 yıldır basın kartımı alamıyorum. Bir basın meslek örgütünün temsilcisi olarak, burada gazetecilerin oyuyla seçilmiş, Türkiye'nin en önemli basın meslek örgüsünün başkanıyım. 30 yıldır gazetecilik yapıyorum, gazetecilik dışına başka hiçbir iş yapmadım. Ama bu devlet  hala beni gazeteci olarak tanımıyor. Bu basın özgürlüğüne vurulmuş darbelerden biridir. Ben bu noktada basın kartının  resmi kurumların elinden alarak gerçek anlamda basın meslek örgütü statüsü  kazanmış olan, rüştünü ıspatlamış olan bassın meslek örgütlerine verilmesi taraftarıyım."

Kaynak: ANKA / Yerel
title