Tüm Yerel Sen Sendikası Genel Başkanı Dede: "Ormanlarımız, Sunduğu Yaşam Alanı İçin Değil, Yeraltı Kaynakları ve İnşaat Arazisi Olarak Görülmektedir"
Tüm Yerel Sen Sendikası Genel Başkanı Mücahit Dede, ''Kayıplarımız, sadece iklim krizinin bir sonucu değil; bir yönetim krizinin, liyakatsizliğin ve insan hayatını hiçe sayan acımasız bir ihmalkarlığın ötesinde, ormanlarımızı bir rant alanı olarak gören kapitalist talan zihniyetinin faturasıdır. Bu yangınlar, erken uyarı ve müdahale mekanizmalarının bilinçli bir şekilde ihmal edilmesinin yanı sıra, ormanlarımızı sermayeye açma niyetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır'' dedi.
(ANKARA) - Tüm Yerel Sen Sendikası Genel Başkanı Mücahit Dede, "Kayıplarımız, sadece iklim krizinin bir sonucu değil; bir yönetim krizinin, liyakatsizliğin ve insan hayatını hiçe sayan acımasız bir ihmalkarlığın ötesinde, ormanlarımızı bir rant alanı olarak gören kapitalist talan zihniyetinin faturasıdır. Bu yangınlar, erken uyarı ve müdahale mekanizmalarının bilinçli bir şekilde ihmal edilmesinin yanı sıra, ormanlarımızı sermayeye açma niyetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır" dedi.
Geçtiğimiz günlerde Eskişehir'de çıkan orman yangınında hayatını kaybeden 10 kişi anısına ve itfaiye emekçilerinin yaşadığı hak kayıplarına dikkat çekmek amacıyla, Eskişehir Seyitgazi Orman Bölgesi'nden başlatılan yürüyüş Ankara'da sonlandı. Birleşik Kamu-İş ve Tüm Yerel Sen Sendika üyeleri, Kurtuluş'tan Sakarya Caddesi'ne yürüyerek açıklama yaptı. Tüm Yerel Sen Genel Başkanı Mücahit Dede, Meclis önünde yapmayı planladıkları açıklamaya iktidarın izin vermediğini belirterek, şunları söyledi:
"Tüm Yerel-Sen olarak, geçtiğimiz günlerde Eskişehir'de çıkan orman yangınında yitirdiğimiz beşi orman işçisi, beşi de AKUT gönüllüsü 10 canımızın derin ve yakıcı acısını hissediyoruz. Bu kayıplarımız, sadece iklim krizinin bir sonucu değil; bir yönetim krizinin, liyakatsizliğin ve insan hayatını hiçe sayan acımasız bir ihmalkarlığın ötesinde, ormanlarımızı bir rant alanı olarak gören kapitalist talan zihniyetinin faturasıdır.
Her yıl binlerce hektar orman alanının kül olması, artık 'tesadüf' ya da 'olağan' bir durum olarak kabul edilemez. Bu yangınlar, erken uyarı ve müdahale mekanizmalarının bilinçli bir şekilde ihmal edilmesinin yanı sıra, ormanlarımızı sermayeye açma niyetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ormanlarımız, ekolojik değerleri ve sunduğu yaşam alanı için değil, yeraltı kaynakları ve inşaat arazisi olarak görülmektedir.
Bu acımasız bakış açısı, orman yangınlarını bir felaket olarak değil, 'alan temizleme' operasyonu olarak görme tehlikesini beraberinde getirmektedir. Yangınlar sonrası orman vasfını yitiren arazilerin ranta açılması, maden ve enerji projeleri için tahsis edilmesi bu şüpheyi güçlendirmektedir. Mücadelenin en kritik anı olan gece saatlerinde havadan müdahalenin neden yapılmadığı sorusuna, ilgili Orman Bakanı'nın verdiği 'Bu sene gece görüşlü helikopterleri kullanmak için ortam ya da gerekçemiz olmadı' yanıtı, görevini ihmalin soğuk bir itirafıdır. Söz konusu olan canlının ve doğanın kurtarılmasıyken, hangi 'ortam' ya da 'gerekçe' bir insanın hayatından ve ormanlarımızın geleceğinden daha değerlidir? Bu açıklama, yangınla mücadele kapasitesinin yetersizliğinin üzerini örtme çabasıdır ve mevcut araç-gerecin dahi kullanım planlamasının ve operasyonel cesaretinin olmadığının göstergesidir. Gece görüşlü araçlar, yangını söndürmek için alınır, müzede sergilenmek için değil! Bu zihniyet, yangınla sadece gündüzleri değil, gece gündüz mücadele etmek zorunda olan sahadaki emekçiyi ve gönüllüyü kasten korumasız bırakmaktadır.
"Canımızın fiyatı bu mudur?"
İtfaiyecilik, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği mevzuatında 'çok tehlikeli işler' sınıfında yer alır. Görevimiz; patlama, zehirlenme, göçük, boğulma, yangın ve afetler gibi ölümcül risklerle doludur. Ancak bu risklerin karşılığı, ne yazık ki hala verilmemektedir. Büro memuru statüsünde görülen bizler, teknik müdahalenin ve arama-kurtarmanın yükünü sırtlanırken, yaptığımız iş yasalarda bir meslek olarak dahi tanınmamaktadır. Genel İdari Hizmetler sınıfına hapsedilmemiz, hem Anayasa'nın eşitlik ilkesine hem de çalışma hayatının adaletine aykırıdır. İnsanca yaşamı yok eden 24 saat çalışma / 48 saat dinlenme sistemiyle, ailemizden ve sosyal hayatımızdan koparılıyoruz. Bu ağır nöbet sisteminde, maktu mesai hakkımız dahi gasp ediliyor. Maktu mesai ücretimiz illere göre brüt bin 689 lira ile 4 bin 155 lira arasında ödenmektedir. Maktu mesai ücretlerimiz taban aylığımız kadar olsun, damga vergisi ve gelir vergisinden muaf hale getirilsin, üçretler emekliliğe yansıtılsın. Çünkü bizler, halkın canını kurtarırken, kendi en temel hakkına ulaşamayan bir emekçi sınıfı olmayacağız. Bugün bizlere reva görülen iş riski ve güçlüğü tazminatı yalnızca 447 lira 57 kuruştur. Bu rakam, emeğimize ve hayatımıza biçilen değersizliğin en somut kanıtıdır. Canımızın fiyatı bu mudur?"
Mücahit Dede'nin ardından konuşan Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Genel Başkanı Orhan Yıldırım da şunları kaydetti:
"İktidar halkı kandırmaktan yorulmadı"
"Bugün burada itfaiye itfaiyecilik haftasında bugüne kadar hayatlarını kaybetmiş can kurtarmaya çalışırken can vermiş olan tüm itfaiyeci dostlarımızın, arkadaşlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz. Evet, her meslekte olduğu gibi itfaiyecilerimiz de uzun yıllardır sorunlarla boğuşmaktadır. Diğer kamu çalışanlarında olduğu gibi itfaiyecilik mesleğinde de sorunlar 23 yıldır iktidarda olan siyasi partimiz tarafından çözülmemiştir. İş başında bir hükümet var. 23 yıldır sürekli seçiliyor ve halka bir söz veriyor. 'Bizi seçin, tüm sorunlarınızı çözelim, ücretlerinizi yükseltelim, asgari ücretliyi, çiftçiyi, işçiyi ve emekliyi daha rahat bir yaşama kavuşturalım.' Her bir seçim öncesinde bu sözleri tekrar duymaktan bizler yorulduk ama iktidar halkı kandırmaktan yorulmadı. Eğer bu ülkede iyi bir şey oluyorsa da kötü bir şeyler yaşanıyorsa da sorumlu Cumhurbaşkanı'dır. Bu sorumluluktan hiç kimse kendini sıyıramaz.
"Eğer asgari ücretli kirasını ödeyemiyorsa sorumlusu Cumhurbaşkanı'dır"
'Devlet güçlendi' diyerek söylemlerle kandırmak yerine ülkemizin milli gelirinden başka kamu çalışanları, memurlar olmak üzere halkın işçisine, çiftçisine, asgari ücretlisine ve emeklisine hak ettiği ücret maaşlar verilmelidir. Vermiyorsa biliniz ki bu para olmadığından değildir. Faizcilere gelince paralar tıkır tıkır ödenmektedir. Otoyollara gelince geçmeyen arabaların ücretleri o otoyollara yapan şirketlere defalarca ödenmiştir. İnmeyen uçaklar, binmeyen yolcular sahte yapılan havaalanlarında plansız yapılan hava alanlarında ücretler Maliye'den, Hazine'den tıkır tıkır ödenmektedir. Para sadece kamu çalışanlarına, asgari ücretliye, emekliye ve çiftçiye gelince yok denmektedir. Kim diyor? Maliye Bakanı. Kim dedirtiyor? Sayın Cumhurbaşkanı. Eğer asgari ücretli kirasını ödeyemiyorsa sorumlusu Cumhurbaşkanı'dır."













