Yılın son gününe yaklaşırken, içinde bulunduğumuz toplumsal atmosferle birlikte popüler kültürün hayatımıza ve özellikle işletmelere olan etkisini konuşalım istedim. Çünkü popüler kültür yalnızca tüketim alışkanlıklarımızı değil, zamanla yaşam biçimimizi, değer yargılarımızı ve hatta kimliklerimizi de dönüştürecek gibi görünüyor.
İnternet, televizyon, sosyal medya, fenomenler, sinema ve müzik vb. gibi popüler kültürün etkili olduğu kanallar aracılığıyla hızla yayılan yapı; bugün yalnızca bireyleri değil, kurumsal yapıları da güçlü bir şekilde etkisi altına almış durumda. Bu etkinin her geçen gün artması, toplumun hemen her kesiminde hissedilir hale geliyor. Ne yazık ki bu dönüşüm karşısında yapılan çalışmalar ya yetersiz kalıyor ya da etkili bir karşılık üretmekte zorlanıyor.
Oysa her millet gibi bizim de köklü ve zengin bir kültürel mirasımız var. Dilimiz, inancımız, gelenek ve göreneklerimiz ile tarihsel birikimimiz, bizi biz yapan ve başka toplumlara örnek olabilecek temel unsurlar. Ancak bugün, bu değerlere sahip çıkmak yerine; yoğun bir kültürel etki altında kalarak tamamen farklı ve bize ait olmayan değerleri ön plana çıkardığımız bir sürecin içerisindeyiz. Bu durum, kendi öz kültürümüzü unutma tehlikesini de beraberinde getiriyor.
Son yıllarda yeni doğan çocuklara verilen isimler bile bu dönüşümün çarpıcı bir göstergesi. Bu gidişatın devam etmesi halinde, elli yıl sonra kültürel kimliğimizden ne ölçüde söz edebileceğimiz sorusu ister istemez insanı korkutuyor.
Toplumsal alanda yaşanan bu kültürel aşınmadan işletmelerin etkilenmemesi zaten mümkün değil. Oysa bir işletmenin, kurulduğu ülkenin ve içinde faaliyet gösterdiği coğrafyanın kültürel değerlerini gözeterek yol alması gerekir. Buna rağmen bugün birçok şirketin, ne olduğunu dahi tam olarak kavrayamadığı popüler kültür unsurlarını çalışanlarına dayattığını; hatta benimsemedikleri davranış kalıplarını normalleştirmek adına çeşitli organizasyonlar düzenlediğini görüyoruz.
Elbette hiçbir ulusal kültür, egemen ya da küresel kültürlerden tamamen bağımsız olamaz, etkileşim muhakkak yaşanacaktır. Ancak bu etkileşimi sorgulamadan, olduğu gibi işletme ve toplumsal hayata taşımak da doğru değildir. İşletmeler; bulundukları toplumun kıyafet, yeme-içme, iletişim ve değer anlayışını dönüştürmeye çalışmak yerine, bu kültürü koruyarak gelecek kuşaklara aktarma sorumluluğunu üstlenmelidir. İşletmeler, millî birlik ve beraberliğimizin sembolü olan olayları, günleri ve değerleri yaşatmaya yönelik sosyal projeler üretmeleri gerekirken; farklı kültürlerin yoğun etkisi altında kalarak kendi öz kültürlerini giderek unutmaktadır.
Yeni bir yıla girmenin sevincini yaşamak, coğrafyamızdaki insanlar için de son derece doğal bir aktivitedir. Ancak bunu yaparken başka kültürlerin kalıplarına özenerek değil, kendi değerlerimizden kopmadan hareket etmek gerekir. Batı'da ya da Japonya'da yapılan yılbaşı etkinlikleri ile Türkiye'deki bir işletmenin kutlama anlayışı elbette birebir aynı olmak zorunda değildir; hatta olmamalıdır. Sabahlara kadar alkol almak, kültürümüzde olmayan birçok yaşam tarzlarını yine bizden olmayan kılık kıyafet içerisinde sergilemek "yaratılmışların en şereflisi" olma özelliğimizle de çelişmektedir.
Yılbaşı kutlamalarını Hristiyanların Noel gelenekleriyle ya da başka inançların ritüelleriyle birebir örtüştürmek, kültürel yozlaşmanın en görünür örneklerinden biridir. Daha temkinli davranmak, kutlamaları kendi inanç ve değer dünyamız çerçevesinde şekillendirmek zorundayız. Aksi hâlde yalnızca kültürel özgünlüğümüzü değil, inanç temelli hassasiyetlerimizi de zedelemiş oluruz. Zira, bizim kültürümüzün eseri olan Hicri Yılbaşını, kültürümüzden olmayan hiçbir toplumun kutlamadığını da çok iyi bilmekteyiz.
Bugün oturup konuştuğumuzda, hemen hepimiz kültürel değerlerimize sahip çıkmamız gerektiği konusunda hemfikiriz. Popüler kültürün bu değerlere zarar verdiğini de kabul ediyoruz. Ancak konu bunu engellemeye geldiğinde, ortak bir duruş ve kararlılık sergileyemiyoruz. Asıl sorun da tam olarak burada başlıyor.
Kültürel yozlaşmanın önüne geçmek; konuşmakla değil, bilinçli tercihlerle ve tutarlı davranışlarla mümkün olacaktır.









