Haberler

Akgün Akova şiirleri - En güzel kısa 5 Akgün Akova şiiri

Güncelleme:

Akgün Akova 1962 yılında Sakarya'ya bağlı Akyazı ilçesinde dünyaya geldi. 1984 yılında ilk şiiri Milliyet Sanat dergisinde yayınlandı. İlk şiir kitabı olan Sansürttürme Şair Abüüü 1991 yılında yayımlandı. Şaire 1993 yılında Truva Şiir Ödülü, 2003 yılında ise Dionysos Şiir Ödülü verildi. Akova, denemelerinin yer aldığı Yıkık Bir Çocuk Bahçesi Gibiydi Yüzü isimli kitabıyla ise 1998 yılında Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü'ne layık görüldü. İşte Akgün Akova şiirleri

Akgün Akova edebi yaşamında birçok esere imza attı. Ünlü ve akıllarda kalan birçok şiiri ve kitapları yer almaktadır. İşte en güzel kısa 15 Akgün Akova şiiri

AKGÜN AKOVA ŞİİRLERİ

En güzel kısa 5 Akgün Akova şiiri

Aşk ve Kuyruklu Yıldız

gittiğim bütün hekimler aynı şeyleri söylediler

söz birliği etmişcesine

'aşk hastalığıdır bunun adı

ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra'

oysa ne yalan söyliyeyim,

ben yalnızca

bir kuyrukluyıldıza

çarptığımı sanmıştım

yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken

yüreğim bir patlamayla aydınlanınca

Yalnızca Kanatlarına Güven

aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim

sırt çantalı bir duman gibibir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz

bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi

istemediğimiz yerlere giderse aşkımız sevgilim yalnızca kanatlarına güven

kendi yarattığımız boşluğun ucunda sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam

ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman yürüdüğümüz yollar daralırken

çökerken altımızdaki merdivenler sevgilim yalnızca kanatlarına güven

sevdalılar bilir bir kuş yağmurudur ilkbahar

sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın

ve ağzımızın içinde dağılır aşk sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar

bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim sevgilim yalnızca kanatlarına güven

elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için

dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan

ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta

ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan sevgilim dökülürken tüyleri

savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin

her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını ve yalnızca kanatlarına güven

götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı

şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin

alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur dünyanın paslanmış sırtında

ve bensizliğe havalanırken korkma sevgilim sevgilim yalnızca kanatlarına güven

Barış Nedir Sevgilim

barış nedir sevgilim biliyor musun

bir köprü müdür üstüne gölgeler düşünce çöken

halka açılamadan batan bir şirket

iki savaş arasında verilen çay molası mıdır barış yoksa

hurdacıya söylediği son sözler mi

bisikleti vurulan bir çocuğun söyle sevgilim

Einstein'ın Roosevelt'e yazdığı mektup mudur barış

Lozan'dan gelen telefon mu Mustafa Kemal'e

çöplerini bilimin süpürdüğü bir sokak mıdır barış yoksa söyle sevgilimde ki

tünediği balkon uçuruma düşen yavru bir kuştur barış

saatçiyi hapse attıkları için kurulamayan bir meydan saati

ayağımızdaki paslı çiviyi bacağımızı keserek çıkaran

bir melekde ki aptalların türküsü

oyuna getirilenlerin ülküsüdür barış

dişleri sökülmüş Asya kaplanıdır kapitalizmin sirkinde ki sevgilim

içine bayat pil konmuş el feneridir barış

fosforlu izleridir bayrakların üzerinde gezen salyangozların

barış düşsel beyaz buluttur bir kaleye çarpıp dağılan

kör bir toplumun tehdit dolu yazılarla kirlettiği bir defterdir barış

kendinde bulamayıp başkalarında aradığıdır insanın barış

halkının üzerine devrilen bir devlettir zor dönemeçlerde

açılmadığı için posta kutusunda ölen bir mektuptur barış

patlayıp seyircileri öldüren bir futbol topudur

son dakikada bunların hiçbiri

hiçbiri değilse barış söyle sevgilim savaşın düş kurduğu yerlerde

hangi yüzsüzün uydurduğu bi' sözcük türşu dillerden düşmeyen barış

Baba Bana Bağırma

yol ıslanmasın diye

şemsiye açanlara...

baba bana bağırma

bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan

kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun

kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler

tenorlar kaçtı ses tellerinden

çevreye saçıldı yavru diktatörler

seni ne sopranolar istedi de vermedik baba

baba bana bağırma

bayrak direklerine konan kartalları anlat

uzun uzadıya

nasıl da göremediler avcıları

o keskin gözleriyle vah hah ha

şans yıldızlara özgü bir yalan baba

yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız

savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna

yalanları yazdım defterime hiç unutmadım

radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları

çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen

doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların

hiç unutmadım

sakallarını yüzlerinde

yüzlerini sakallarında unutan adamları

ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını

Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın

hiç unutmadım

uzak yakın tüm tuzakları baba

yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen

bir gam ağacısın

kar yüküne dayanamayıp kırılan

ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin

geri getirmediler

güneşin başına gelenleri

biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba

baba bana bağırma

bir kulağımdan giriyor sözlerin

öbür kulağımı tıkıyor

Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden

Eva'nın peronunda

karanlıktan kuşlar çalan bir tren

bir bıçak kaçağı

tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte

ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan

burada

bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde

burada, tam karşında

hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman

hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi

yol alırdı saatler

karılarının namuslarını dillerinde saklayan

adamlar vardı bir taraflarda

televizyon kanallarında yitirilen çocuklar

gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar

ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı

Sovyet Rusya'da

kafandaki duvarları

niye cebine koymuyorsun sen baba

baba bana bağırma

farkında değilsin

arkasını ezilenlerin yaladığı

bir posta puludur dünya

bir karadelik yutana kadar uzayda bizi

asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen

söylemenin tam sırası

ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin

partiler getirdi baba

ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan

bir yaşamlık kaygı duruşundayım

yakın tarihimiz için

baba bana bağırma

bacağından vurulursa bir şiir

nereye kadar gidebilir

bana bağırma baba

kendine bağır

yoksa her şey bitebilir

Ağzında Girit Yasemini

senin ülkende cüceler vardı boyları hüzünden kısalan

donmuş gözyaşları

kurumuş otlar

ve adını anımsamadığım bir sürü hüzünlü şey vardı

hüzün programlanmıştı bilgisayarlara bile

babanın bir beyin cerrahının tamir çantası olduğu

söylentisine gelince

bence kuru iftira

ama yukarılık kompleksini kimden kaptığı bilinmiyor

annense bir şişenin içinde batık gemileri

bekleyip durmuş yıllarca

kiralık kardanadamlarla çıkmış küf rengi yolculuklara

ve kadınlar hamamında ayyaş bir ayı gibi bayıldığı gün

seni doğurmuş hiç yokken sen hesapta

a benim caretta carettam

a benim yürek vuruğum

buna da şükür

çünkü

bir yılkı atı gibi

bırakmışlar seni çocuk çocuk suluboya çıkmaz sokakta

keyiflerine bakmışlar gelsin eğlence gitsin ça ça ça

sen küçücükmüşsün

insanlara bakmışsın bakmışsın her yan sönük yıldızlar ormanı

bir şeyleri sevmek istemişsin alışırken dünyaya

dişlerini göstermişler

kırmışlar termometreni

insan insanın kurduymuş bre

kesekağıdına sarmışlar seni

narbülbülün kafese ayçiçeğin çöplüğe

bir duvarın sıvası gibi dökülürken bana rastlamışsın

dur demişsin dur hadi dur yaşamım sil baştan

ben demişim

'severim severim sevmesine de seni

eski bir hüzünle

durmadan büyür içimde bir Girit yasemini'

yaklaşmışım

ve deniz atmışım dudaklarımla dudaklarına

Kaynak :

Kaynak: Haberler.com / Gündem

Akgün Akova Haberler

500
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title