Okan Geçgel

Etiket Terörü: Asgari ücret açıklanır açıklanmaz başlayan fırsatçılık

30.12.2025 22:10
Haber Detay Image

Asgari ücrete zam yapılır yapılmaz market raflarındaki etiketlerin değişmesi artık bu ülkede kimseyi şaşırtmıyor. Ne yazık ki bu tablo, yıllardır tekrar eden ve adeta kanıksanan bir düzenin parçası hâline geldi. Daha zamlı maaşlar hesaplara yatmadan, daha çalışan cebine bir kuruş girmeden, marketlerdeki fiyatlar güncelleniyor, pazar tezgâhlarındaki rakamlar yukarı çekiliyor, lokantalarda menüler sessiz sedasız yenileniyor. Vatandaş henüz rahat bir nefes almaya hazırlanırken, karşısına çıkan zamlar o nefesi boğazında bırakıyor.

Bu durum tesadüf değil, anlık bir refleks de değil. Bu, açıkça planlanmış bir fırsatçılığın ürünüdür. Asgari ücret açıklanana kadar pusuya yatan, kamuoyunu takip eden, psikolojik eşiğin oluşmasını bekleyen bir kesim var. Zam açıklandığı anda düğmeye basıyorlar. Gerekçeleri hazır: "Asgari ücret arttı." Oysa bu gerekçe, ne ekonomik olarak ne de vicdani olarak geçerlidir. Çünkü fiyat artışları, henüz maliyetlere yansımadan yapılmaktadır. İşverenin ödeyeceği yeni maaş başlamadan, elektrik, doğalgaz, kira gibi kalemlerde herhangi bir güncelleme olmadan fiyatlar artıyorsa, bunun adı maliyet değil, ahlaksızlıktır.

Elbette kimse ekonominin güllük gülistanlık olduğunu iddia edemez. Enflasyon gerçeği ortadadır, hayat pahalılığı her geçen gün biraz daha yakıcı hâle gelmektedir. Ancak bu tablonun bütün sorumluluğunu sadece ekonomik göstergelere yüklemek büyük bir yanılgıdır. Çünkü Türkiye'de enflasyonu sadece rakamlar değil, fırsatçılar da körüklemektedir. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, bugün enflasyonun en büyük ortaklarından biri, serbest piyasa kavramının arkasına saklanan çıkarcılardır.

Serbest piyasa denildiğinde, sanki her şey mubahmış gibi bir algı oluşturuluyor. Oysa serbest piyasa; denetimsiz, kuralsız ve vicdansız bir alan değildir. Serbest piyasa, rekabetin olduğu, maliyetlerin şeffaf olduğu, tüketicinin korunduğu bir sistemdir. Bizde ise serbest piyasa adı altında tam anlamıyla bir başıboşluk yaşanıyor. Kim, ne zaman, ne kadar zam yaparsa yapsın, çoğu zaman bunun ciddi bir bedeli olmuyor. İşte bu cezasızlık hali, fırsatçılığı besleyen en büyük unsurdur.

Pazara giden bir vatandaş, cuma günü aldığı ürünü pazartesi günü aynı fiyata alamıyorsa; markette bir hafta önce aldığı temel gıda ürününü ertesi hafta daha pahalıya görüyorsa, burada normal bir ekonomik süreçten söz edilemez. Çünkü üretim aynı, tedarik aynı, nakliye aynı. Değişen tek şey, satıcının kâr iştahıdır. Asgari ücret artışını bahane ederek yapılan bu zamlar, doğrudan vatandaşın sofrasına yapılan bir müdahaledir.

Asgari ücret, bu ülkede milyonlarca insan için bir lütuf değil, hayatta kalma sınırıdır. Buna rağmen yapılan her artış, bir refah yükselişi gibi değil, bir "zam yağmurunun" başlangıç işareti gibi algılanıyor. Zam açıklanıyor, marketler zam yapıyor; market zam yapıyor, pazar zam yapıyor; pazar zam yapıyor, lokantalar zam yapıyor. Zincirleme bir şekilde herkes elini vatandaşın cebine uzatıyor. Sonuçta olan yine aynı kesime oluyor: Dar gelirliye, emekliye, asgari ücretliye.

Burada en can yakıcı nokta şudur: Vatandaş zamlı maaşını almadan zamlı fiyatlarla yaşamaya başlıyor. Yani verilen zam, daha cebe girmeden piyasada eriyor. Bu da doğal olarak toplumda büyük bir adaletsizlik duygusu oluşturuyor. İnsanlar çalıştıkları hâlde geçinememekten, alın terinin karşılığını alamamaktan, birilerinin hiçbir emek harcamadan kazanç sağlamasından rahatsız oluyor. Bu rahatsızlık sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve toplumsal bir kırılmaya da yol açıyor.

Denetim mekanizmalarının yetersizliği bu süreci daha da vahim hâle getiriyor. Kağıt üzerinde cezalar var, yasalar var, yönetmelikler var ama uygulamada caydırıcılık yok. Bir markete kesilen ceza, çoğu zaman o marketin günlük kazancına bile denk gelmiyor. Bu da fırsatçıya şu mesajı veriyor: "Zam yap, yakalansan bile sorun değil." İşte bu anlayış değişmediği sürece, ne enflasyonla mücadele edilebilir ne de piyasada gerçek bir denge sağlanabilir.

Artık açıkça konuşmak gerekiyor. Bu mesele, basit bir ticari tercih meselesi olmaktan çıkmıştır. Bu, toplumsal huzuru bozan, kamu vicdanını yaralayan bir sorundur. Bu nedenle sadece idari para cezalarıyla geçiştirilemez. Tekrarlayan, kasıtlı ve gerekçesiz fiyat artışları için daha ağır yaptırımlar gündeme gelmelidir. Hatta bu noktada hapis cezası dahi tartışılmalıdır. Çünkü bu yapılan, milyonlarca insanın yaşam hakkına dolaylı bir müdahaledir.

Bir ülkede stokçuluk ve karaborsacılık suç sayılıyorsa, bugün yaşanan bu sistematik fırsatçılık da aynı kategoride değerlendirilmelidir. Çünkü burada kazanan bir avuç insan olurken, kaybeden toplumun tamamıdır. Çocuğunun beslenme çantasını dolduramayan anne, ilacını almakta zorlanan emekli, kirasını denkleştirmeye çalışan asgari ücretli bu düzenin bedelini ödemektedir.

Bu noktada çözüm de aslında bellidir. Gerçek denetim, şeffaf maliyet analizi, ağır ve caydırıcı cezalar ve en önemlisi siyasi kararlılık. Kimsenin gözünün yaşına bakılmamalı, "küçük esnaf", "büyük zincir" ayrımı yapılmamalıdır. Kim fırsatçılık yapıyorsa, karşılığını net bir şekilde görmelidir.

Sonuç olarak asgari ücret zamları, vatandaşın biraz olsun nefes alabilmesi içindir. Birilerinin daha fazla kazanması için değil. Serbest piyasa adı altında yürütülen bu etiketsiz vicdansızlık düzeni devam ettiği sürece, yapılan hiçbir zam gerçek anlamda vatandaşın cebine girmeyecektir. Eğer bu ülkede adaletli bir ekonomik düzen isteniyorsa, önce bu fırsatçılıkla yüzleşilmeli ve kararlılıkla mücadele edilmelidir. Çünkü sofradaki ekmek küçülüyorsa, açıklanan rakamların hiçbir anlamı yoktur.

Kalın Sağlıcakla…

Yazarın Tüm Yazıları