Seslenen Adam

Modern zamanın manevi mimarı: Abdulfettah Şahin ile "Sır"ra yolculuk

28.12.2025 19:29
Haber Detay Image

Sır kâtibi, manevi bir mimarın kapısını çalmak: Abdulfettah Şahin ile hakikat söyleşisi

Gürültü Çağında Bir Sükûnet Adası

Şehirlerin ışıkları çoğaldıkça, içimizdeki karanlık da büyüyor. Antidepresanların dua kitaplarından daha fazla yer kapladığı; iletişimin hızlandığı ama insanın birbiriyle ve Yaradan'ı ile bağının zayıfladığı bir dönemden geçiyoruz. Adını koymakta zorlandığımız bir huzursuzluğun, göğsümüzü daraltan o ince sızının pençesindeyiz. Bir yerlerde bir şifa, bir anahtar olmalı diyoruz ama o anahtar, modern dünyanın sunduğu çözümlerde değil; belki de yüzyıllardır ihmal edilen kadim hikmet geleneğinde saklı.

Biz de bu arayışın izini sürdük. Rotamızı, popüler kültürün geçici "yaşam koçluğu" vaatlerine değil, kökleri İmam-ı Gazali ve İbn Arabi'ye uzanan kadim İslam irfanının günümüzdeki temsilcilerinden Abdulfettah Şahin'e çevirdik.

Danışanları onu "Manevi Mimar" ve "Sır Kâtibi" olarak tanımlıyor. Biz de bu mimarın atölyesindeyiz. Dışarının kargaşasına karşılık, içeride zamanın yavaşladığı, sakin ve dingin bir atmosfer hâkim.

Karşımızda, bilgisiyle olduğu kadar duruşuyla da dikkat çeken, manevi rehberlik yapan bir isim var.

Sorularımızı da bu bilinçle sorduk... Bir hasta hekime, bir talebe ustasına sorar gibi; en çok merak edilen, en temel ve en can alıcı sorularla…

Bu çağda hâlâ çözülmemiş "sırlar" var mı? "Sır kâtibi" neyi kaydeder? Ve Abdulfettah Şahin'e göre hakikat nedir?

Abdulfettah Şahin, tebessüm ederek tespihini bir kenara bırakıyor. "Hoşgeldiniz" diyor. "Gönlümüze safa getirdiniz. Hissettiğiniz sükûnet şahsımdan değil, bu duvarlara sinmiş 'Hu' zikrinin yankısından."

"Sorunuza gelince..." diye devam ediyor:

İnsanlar ünvanları sever ama hakikat ünvanlara sığmaz. "Sır Kâtibi" demek, kaderi yazan demek değildir -hâşâ-. Bu ancak Allah'ın kudretidir. Kâtip, kâinat kitabındaki ince yazıyı; kaderin satır aralarındaki ilahi işaretleri okumaya çalışandır. Günümüz insanı kendi harfini okumayı unuttu. Bizim gayretimiz yazmak değil; unutulanı hatırlatmak, yeniden okumaktır.

Toplumda bu konulara dair ciddi bir kafa karışıklığı var. "Havas" kimi zaman korkuyla, kimi zaman da mucize beklentisiyle anılıyor. Bir de "zifir" olarak adlandırılan o ürkütücü, karanlık bir boyut var. Havas nedir, zifir nedir? Bu ilimler birer sihir midir?

Bu ayrımı doğru koymak, ilmin itibarını korumak açısından çok önemli. Zifir karanlıktır, ruttur, katrandır. Sihir dediğiniz şey, şerri çağırmak, iradeye pranga vurmaktır. Bizim yaklaşımımızın bununla hiçbir ilgisi yok. Havas ise nurdur. Esmâ-ül Hüsna'nın ve Kur'an harflerinin varlık üzerindeki düzeni ve ahengidir.

Bir mühendis nasıl ki köprü yaparken fiziğin kanunlarını kullanırsa, biz de manevi köprüleri kurarken 'Esmaların Matematiğini' kullanırız. Biri kapıyı zorla kırmaktır, diğeri doğru anahtarı bulmaktır.

Biri kapıyı zorla kırmaktır, diğeri doğru anahtarı bulmaktır.

Zatıâlinize "Kâtip" deniyor. Harflerin bir ruhu olduğunu söylüyorsunuz. Biz 'Elif' deyip geçiyoruz ama siz onda bir anlam dünyası görüyorsunuz. İsimlerin kader üzerindeki etkisi gerçekten bu kadar belirleyici mi?

Şüphesiz!. İsim, müsemmayı yani ismin sahibini çeker. Her harf bir meleke, bir titreşimdir. Kâinatta hiçbir ses kaybolmaz. Çocuğunuza koyduğunuz isim, onun omzuna yüklediğiniz ilk kader gömleğidir. Kimi isim "ateş" tabiatlıdır, kişiyi celalli yapar; kimi "su" tabiatlıdır, naif yapar. Biz, ismin ebcet değeriyle kişinin yıldızının uyumuna bakarız. Bu bir fal değil, ilahi bir ses ve titreşim bilimidir. Doğru ses, doğru kapıyı açar.

Eskiden insanlar mutluluklarını sakınır, "nazar değer" diye çekinirdi. Bugün ise yediğimizi, içtiğimizi, en mutlu anlarımızı anında binlerce kişiyle paylaşıyoruz. Sosyal medyadaki bu görünürlük masum mu? Yoksa hayatımıza yeni bir tür "dijital nazar" mı davet ediyoruz?

Çok tehlikeli bir çağdayız. Göz, gördüğünü yer. Eskiden nazar yakın çevreden gelirdi, bugün ise sınırları yok. Fotoğraf, insanın hâlini ve duygusunu yansıtan bir iz gibidir; onu hasetle ya da kıyasla bakan çok sayıda gözle paylaştığında, kişinin huzurunu ve bereket duygusunu zedeleyebiliyor. Burada mesele paylaşmak değil, sınırını kaybetmek. Her şeyin teşhir edildiği bir yerde insanın kendine ait alanı daralıyor.Maşallah'sız bakış, zehirli oktur. Modern insan, bu teşhir hastalığı yüzünden kendi saadetini kendi elleriyle boğuyor. Unutmayın; sırrını ifşa eden, şifasını kaybeder.

Maşallah'sız bakış, zehirli oktur.

Kapınızı en çok çalanların "gideni geri getirme" ya da "âşık etme" talepleriyle geldiğini tahmin ediyorum. İnsanlar sevgiyi zorla elde etmek istiyor. Havas geleneğinde, bir kalbi zorla kendine bağlamaya çalışmanın kişiye ve o kalbe etkisi nedir?

Bu beklentiyle gelenler, yanlış kapıyı çalıyor. Biz kalpleri zorla bağlamaya çalışmayız, kalpleri Allah sevgisinde buluştururuz. Bir insanı zorla yönlendirmeye çalışmak, manevi bir gasptır, günahtır. O aşk değil esarettir ve sonu hüsrandır. Bizim reçetemiz şudur: Sen Allah'a âşık olursan, Allah mahlûkatını sana dost kılar. En büyük bağlama celbi, eşlerin birbirine sadakati ve muhabbetle bakışıdır. Gerisi şeytanın oyuncağı olmaktır.

Peki, kader yazılmış ve kapanmış bir kitap mıdır? Yoksa insanın duası, gayreti ve iyiliği bu yazgı üzerinde etkili olabilir mi? Kaderin mürekkebi kurur mu?

Allah'ın ilmi sabittir, ancak kaderin işleyişi muazzamdır. Kader iki türlüdür: Biri kaza-i mübrem' dir ki o değişmez, ecel gibidir. Diğeri ise kaza-i muallak' tır; yani askıdaki kader. İşte orası, kulun duasına ve gayretine bakar. Efendimiz (s.a.v) "Dua, kazayı geri çevirir" buyuruyor. Havas ilmi, işte o askıdaki kaderi, Allah'ın izniyle hayra çevirme sanatıdır. Yani evet; samimi bir gözyaşı, bir pişmanlık kaderin seyrini değiştirebilir.

Allah'ın ilmi sabittir, ancak kaderin işleyişi muazzamdır. Kader iki türlüdür: Biri kaza-i mübrem' dir ki o değişmez, ecel gibidir. Diğeri ise kaza-i muallak' tır; yani askıdaki kader. İşte orası, kulun duasına ve gayretine bakar.

Modern tıbbın "anksiyete" olarak tanımladığı, bizim ise çoğu zaman "vesvese" bildiğimiz; göğsümüzün ortasındaki o geçmeyen yumru... Sizce bize ne oluyor? Ruhumuz neden bu kadar daralıyor?

Genelleme açısından; hırsız boş eve girmez. Şeytan ve nefis, içinde iman cevheri olan kalbe musallat olur. O hissedilen daralma, ruhun 'Ben acıktım!' çığlığıdır. Siz bedeninizi lüks sofralarda doyurdunuz ama ruhunuzu zikirsiz bıraktınız. O sıkıntı bir hastalık değil, bir sinyaldir; 'Kıbleni bul' ikazıdır. Vesvesenin ilacı antidepresan kutusunda değil, kalbi sahibine (Allah'a) çevirmektedir. Bu röportajı okuyan ve bir çıkmazda olduğunu hisseden herkes için; şifalı bir "manevi yol haritası" paylaşır mısınız?

Şifa Allah'tandır. Lakin şu dört düstur, manevi bağışıklık sistemini ayağa kaldırır biiznillah!

1.Su ile Zırhlanma (Abdest): Sadece namaz için değil, ruhsal hijyen için abdestli gezin. Su, öfkenin ve vesvesenin ateşini söndürür. Abdest, müminin manevi çelik yeleğidir.

2.Hane Temizliği (Sesin Gücü): Evinizde sabah ve akşam mutlaka sesli olarak Bakara Suresi veya Ayet-el Kürsi okunsun/dinlensin. Kur'an okunan evin duvarları nur ile titreşir; o eve ne şeytan, ne de gam girebilir.

3.Sadaka (Paratoner): Başınızda bir musibet mi var? Miktarına bakmadan, 'Bela ve musibetin def'i niyetiyle' hemen bir sadaka verin. Sadaka, gökten inen kazayı havada yakalayan kalkandır.

4.İki İlaç Zikir: Kapalı kapıları açmak için "Ya Fettah"; taşıyamadığınız yükleri Allah'a devretmek için "La havle vela kuvvete illa billah". Birincisi rızkı açar, ikincisi ruhu ferahlatır.

HAKİKATİN YÜKÜ VE ŞEHRİN GÜRÜLTÜSÜ

Abdulfettah Şahin'in atölyesinden çıkıp kapıyı ardımızdan kapattığımızda tuhaf bir şey oldu. Az önce içeride zamanın durduğunu hissederken; sokağa adım atar atmaz şehrin o metalik gürültüsü, korna sesleri ve ekranların soğuk ışığı yüzümüze bir tokat gibi çarptı.

O an fark ettik ki; Şahin'in bahsettiği "zikir", dört duvar arasında kalan bir eylemden ibaret değil. Asıl mesele kalabalıkların içinde de insanın kendisiyle ve inancıyla bağını koruyabilmesi.

Aldığım notlar, bir gazete köşesinde yayımlanıp unutulacak türden değildi. Daha çok modern hayatın karmaşası içinde yolunu arayanlara hatırlatma niyeti taşıyan notlardı. 'Sır Kâtibi' kavramı bir benzetme olarak yerini aldı; "manevi mimar" ise kendi iç dünyasını yeniden düzenleme fikrine işaret etti.

Kapıdan çıkarken, içeride yanan kandil ışığının sokağın karanlığına meydan okuduğunu gördük. Ve Abdulfettah Şahin'in o son sözü, kulaklarımızda bir küpe değil, kalbimizde bir mühür gibi asılı kaldı:

"Anahtar sende. Kilit paslı diye kapıya küsme; Ya Fettah de, çevir. Açılmayacak kapı, dinmeyecek sızı yoktur... Biiznillah!"

Biz o kapıdan, sadece bir röportajla değil, yeniden inşa edilecek bir ömür niyetiyle ayrıldık. Şifa arayanlara, yolda kalanlara, nefessiz kalanlara selam olsun; reçete belli, şifa Sahibi'nden, gayret bizden...

Yazarın Tüm Yazıları