Fatma Ece Gödeoğlu

Korku mu, İsyan mı?

28.12.2025 22:37
Haber Detay Image

Düşünüyorum da… Belki de bütün siyaset felsefesi, insanın içinde durmaksızın uğuldayan o beklenti hâlini haritalandırma çabasından ibarettir. Devlet dediğimiz şey, yasa dediğimiz şey, hatta adalet dediğimiz kavram bile, özünde insanın geleceğe dair ne beklediğiyle ve bu beklentiyi ne ölçüde tehdit altında hissettiğiyle ilgilidir. Thomas Hobbes'un Leviathan'da yaptığı tam olarak budur: Bir yönetim modeli inşa etmekten ziyade, insanın beklenti psikolojisini teşrih etmek.

"Korku ve ben ikiziz," derken Hobbes edebî bir süs yapmaz. Aslında çok daha sert bir şey söyler: İnsanın geleceğe dair temel beklentisi umut değil, korkudur. Ve siyaset, bu korkulu beklentinin kurumsallaşmış biçiminden başka bir şey değildir.

Hobbes'un doğa durumundaki insanını düşünelim. Yasa yoktur, otorite yoktur, bağlayıcı bir ahlaki düzen yoktur. Herkes, herkes için potansiyel bir tehdittir. Bu koşullarda insanın temel beklentisi refah, mutluluk ya da erdem değildir; hayatta kalmaktır. İnsan, komşusunun ne yapacağını beklerken en kötüsünü varsayarak yaşar. Bu bir güven beklentisi değil, sürekli tetikte olma hâlidir. Yani beklenti burada insanı ileriye taşıyan bir umut değil, onu diken üstünde tutan bir korkudur.

Toplum sözleşmesi tam da bu noktada doğar. Hobbes'a göre sözleşme, insanların iyi niyetinden değil; bu dayanılmaz beklenti yükünden kurtulma arzusundan kaynaklanır. Leviathan, ortak bir korkunun somutlaşmış hâlidir. İnsanlar özgürlüklerinden vazgeçerler çünkü özgürlüğün bedeli belirsizliktir. Belirsizlik ise sürekli yeniden üretilen bir korkulu beklenti doğurur. Mutlak otorite, bu beklentiyi düzenlemek için icat edilir.

Ancak burada kritik bir dönüşüm yaşanır. Beklenti ortadan kalkmaz; yalnızca biçim değiştirir. Artık insanlar özgürlüğü değil, güvenliği bekler. Güvenlik beklentisi ise otoriteye neredeyse sınırsız bir meşruiyet alanı açar. Hobbes'un karanlığı tam da bu noktada başlar: İnsan ölüm korkusundan kurtulmak için itaati seçer; fakat itaat ettikçe, başka bir korkunun eşiğine yerleşir. Leviathan korur, evet; ama aynı zamanda tehdit eder. Güvenlik beklentisi, özgürlük beklentisini yutar.

Bu noktada "beklenti" çerçevesiyle Hobbes neredeyse kusursuz biçimde örtüşür. Beklenti burada açıkça bir zincirdir. İnsan, korkudan doğan bir gelecek tasavvurunun esiridir. Ve bu esaretten kurtulmak için, başka bir esareti gönüllü olarak kabul eder.

Peki bu ikizlik neden bu kadar güçlüdür? Çünkü korku, beklentinin en ilkel hâlidir. Sevgi, adalet, tanınma gibi tüm beklentilerin altında daha temel bir kaygı yatar: Yok olma korkusu. Anlamsızlaşma korkusu. Görülmeme korkusu. Kabil'in tanınma beklentisi çöktüğünde hissettiği şey yalnızca öfke değil, "Ben yok muyum?" sorusunun yarattığı ontolojik korkuydu. Havva'nın bilgi beklentisi de eksik bırakılmış olma korkusundan besleniyordu. Hobbes, bu psikolojik zemini alıp onu kitlesel bir siyasal teoriye dönüştürdü.

Onun insanı, sürekli gelecek kurgulayan ve bu kurgunun tehditlerinden korkan bir varlıktır. Devlet de bu korkulu beklentileri yönetmek için vardır. Yasalar, Hobbes'ta ahlakı yüceltmek için değil; korkunun dozunu ayarlamak içindir. Adalet, ahlaki bir ideal değil, düzenlenmiş bir beklenti rejimidir.

O hâlde şu soru kaçınılmazdır: Eğer beklentilerimiz korkuyla şekilleniyorsa, özgürlük dediğimiz şey nedir? Belki de yalnızca daha büyük bir korkudan korunma beklentisidir. Peki adalet? Korkunun egemen olduğu bir bilinçte gerçekten filizlenebilir mi?

Hobbes'un cevabı acımasızdır: Evet, ama yalnızca Leviathan'ın izin verdiği ölçüde. Onun gölgesinde. Onun çizdiği sınırlar içinde.

Ve bizi sonunda şu soruyla baş başa bırakır: Beklentilerimizi neyle besliyoruz? Korkuyla mı, yoksa risk alabilen bir bilinçle mi? Çünkü beklenti korkudan doğduğunda devlet bir sığınak olur; umutla beslendiğinde ise iktidar sorgulanır. İnsanlık tarihi, bu iki beklenti arasındaki gerilimin hikâyesidir. Ve belki de özgürlük, korkusuz bir dünya değil; korkunun bizi yönetmesine izin vermediğimiz bir bilinç hâlidir.

Yazarın Tüm Yazıları