Fatma Ece Gödeoğlu

24 kişilik ve tek bir sanık

10.12.2025 14:53
Haber Detay Image

O an bir ses daha konuştu… sonra bir yüz daha belirdi… ve kendi yüzümün bana ait olup olmadığını unuttum.

Düşünüyorum… ya da belki düşündüğümü sanıyorum. Bir an Billy'nin gözleri, ardından Arthur'un titiz aksanı, sonra Ragen'in sert ve metalik nefesi… Bir yerlerden çocuk bir fısıltı sızıyor. İç içe geçmiş odaların kapılarından geçiyorum. Birinin ışığı yanıyor, diğerinin karanlığı duvarlara yapışmış. Kaç kişilik bir sessizliğin içindeyim? Kaç kişinin öfkesi, korkusu, zekâsı ve ihaneti tek bir bedende sıkışabilir? Bir ruh paramparça olurken, toplum nasıl oluyor da bütün kalmaya devam ediyor?

Evet, galiba tam da buradan başlamalıyım. Daniel Keyes'in Billy Milligan anlatısı, insan zihninin bir labirent olduğunu hatırlattığı kadar, toplumun adalet, suç ve akıl sağlığı üzerine kurduğu tüm ezberleri de yerinden oynatıyor.

Billy Milligan: Suçluyu mu Yargılıyoruz, Yoksa Parçalanmış Bir Toplumu mu?

Amerika'nın 1970'lerde yaşadığı en büyük zihinsel ve hukuki sarsıntılardan biri, işte bu bölünmüş adamın hikâyesiyle başladı: Billy Milligan. Mahkemeye çıkarıldığında savcılar bir beden gösteriyordu; savunma ise o bedenin içinde 24 ayrı kişilik olduğunu söylüyordu. Beden birdi, fakat irade çok.

Peki o hâlde suç kime aitti?

Daniel Keyes'in gazeteci kadar keskin, romancı kadar merhametli bakışı bu soruyu yalnızca aktarmakla kalmıyor; genişletiyor, derinleştiriyor ve okurun zihnini Billy'nin zihni gibi bölümlere ayırıyor. Keyes'in anlatısının değeri, bir "vaka" sunmasında değil; toplumun çocukluk travmalarını, kurumların çürümesini ve adalet sisteminin mekanik işleyişini görünür kılmasında yatıyor.

Billy'nin parçalanmış kişilikleri elbette psikiyatrik açıdan ilgi çekici bir fenomen. Fakat Keyes'in işaret ettiği daha karanlık ve daha rahatsız edici gerçek şu:

Billy'nin zihni bölünmeden çok önce, toplum zaten onu bölmüş, ezmiş, yok saymıştı.

İhmal, istismar, aile içi şiddet… Tüm bunlar Billy'nin içinde birer hayalete dönüştü. Her biri, hayatta kalmak için bir kişiliğe büründü. Böylece Billy Milligan'ın hikâyesi bir bireyin değil, toplumun yıllarca süren körlüğünün anatomisi hâline geldi.

Yargı Sistemi: Adalet mi, Mekanik Bir Ceza Töreni mi?

Keyes'in satırlarından süzülen kritik soru şudur: Adalet sistemi, failin "niyetini" mi yargılar, yoksa yalnızca "eylemi" mi?

Milligan vakasında "niyet" bile çoklu. "Ben yapmadım," dediğinde yalan söylemiyordu; çünkü o anki bilince sahip olan Billy değildi. Ama bu itiraf mağdurlar açısından neyi değiştirir? Toplum açısından? Hukuken?

Bu sorular yalnızca rahatsız edici değil; mevcut adalet anlayışının kaldıramayacağı kadar karmaşık. Bu nedenle Keyes'in kitabı, bir biyografi olmanın çok ötesine geçip modern adalet sistemine atılmış bir çentik, bir meydan okuma hâline geliyor.

Zihin: Sığınılan Yer mi, En Büyük Hapishane mi?

Keyes, kitabı boyunca bir bilim insanından çok bir arkeolog gibi çalışıyor. Katman katman kazıyor bilinci. Her kişilikle ayrı konuşuyor; hepsi farklı yeteneklere, farklı aksanlara, farklı dünyalara sahip… fakat hepsi aynı yaranın etrafında dönüyor.

Ve okur şu gerçeğe çarpıyor: Bazen bir insan, hayatta kalmak için kendini çoğaltmak zorunda kalır.

İşte bu cümle, Milligan dosyasını klinik bir vaka olmaktan çıkarıp insan deneyiminin karanlık derinliklerine uzanan bir metafora dönüştürüyor.

Bir Adamın Zihni Değil, Bir Düzenin Aynası

Daniel Keyes, Billy Milligan'ın zihnini incelerken aslında bizimkini açıyor.

Toplumun yok saydıklarını, kurumların görmezden geldiklerini ve "suç" dediğimiz şeyin ne kadar katmanlı olabileceğini gösteriyor. Billy Milligan'ı okurken bir suçluyu değil, toplumun parçalanmış bir aynasını görüyoruz.

Ve belki de en acı gerçek şu: Bir insanın zihni kırıldığında, en büyük parça her zaman toplumun içinden çıkar.

Yazarın Tüm Yazıları

title