Haberler

Buruk bir 8 mart

Av. Ali Cenk AHİ

Av. Ali Cenk AHİ

Senior Partner / Ahi Law Firm
07.03.2021 06:42

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ve biz yine kadın cinayetlerini, çocuklarının önünde şiddet gören ve hatta katledilen kadınların görüntülerini izliyoruz. Sosyal medya bu ve bunun gibi haberlerle çalkalanıyor. İçimiz buruk, yüreğimiz kan ağlıyor. Okuduğunuz bu satırları kaleme almadan hemen önce, eşine kız çocuğunun önünde şiddet gösteren bir insan müsveddesinin görüntülerin izledim. Tutuklandı. Ama o kadın ve çocuk hayatı boyunca o anları unutmayacak. İnsanlığın hafızasından o görüntüler asla silinmeyecek. Biliyoruz ki bu olay da unutulup çok acı bir biçimde bunlara yenileri eklenecek.

Tarih boyunca el üstünde tuttuğumuz, kelime anlamı Han yani Hükümdar'dan türeyen HANIM sözcüğünün doğduğu bu coğrafyada her gün yeni bir vakıa ve onlarca şiddet haberiyle karşılaşmak yüreğimizi yakıyor.

Her toplumda olduğu gibi kadının Türk toplumunda da önemli bir yeri vardır. Kadın, anne olarak aile ve toplum arasında bir köprü görevi görür. Kadın, hemen hemen tüm canlılar arasındaki doğurgan olan tek canlıdır. Var eden, büyüten, besleyendir. Tüm insanlığın anasıdır o. Kadının toplumdaki yeri ve görevleri derken önce onun bir fert olarak gerekli kişiliği kazanmasını, sonra da aile içinde ve toplumun içinde gerekli yeri alması düşünülmelidir. Fakat ne yazık ki gündemimizde bugün yine kadına şiddet var.

Toplumda halen kadına yönelik şiddet düzeylerinin yüksek olduğu saptanırken eğitim düzeyinin şiddet türüne ve sıklığına etki ettiği yadsınamaz bir gerçek. Çeşitli şiddet şekillerine ve şiddet türlerine karşı algı düzeyinin ciddi farklılıklar arz ettiği tespit edilmiş bir durum.Kadına yönelik şiddet her geçen gün toplumda artış gösteren, çok boyutlu, yaygın bir sosyal sorun olmasının yanında kadınlarda iş gücü kaybına, hatta yaşam kaybına neden olabilen ve sağlık hizmeti gerektiren önemli bir halk sağlığı sorunudur. Psikolojik bir sorundur kadına şiddet ve tedavi edilmesi gerekir.

İstanbul sözleşmesi işte bu yüzden önemlidir. Türkiye'deki kadın ve çocukların fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmalarını önlemek amacıyla İstanbul Sözleşmesi'ne sahip çıkmalıyız. 6284 sayılı kanunu korumalı ve geliştirmeliyiz.Anca o zaman muassır medeniyetler seviyesine ulaşabiliriz.

Türkiye'de aile içi şiddetin önlenmesine yönelik ilk kanun 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun'dur. Ancak kanundaki bazı yetersizlikler sebebiyle, ilgili sivil toplum kuruluşlarının çabasıyla, İstanbul Sözleşmesi'nden sonra, 6284 sayılı kanun 8 Mart 2012 tarihinde oy birliğiyle TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilmiş ve 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanun ile bir takım iyileştirme çalışmaları yapılmıştır.

-Kanunun evli olmayan bireyler de korunmuş, şiddet uygulayan kişi tanımı genişletilmiş. şiddetin tanımı yapılmış ve fiziksel şiddetten farklı şiddet türleri de dahil edilmiştir.

(4320 sayılı kanunda şiddetin tanımı belli değildir.6284 sayılı kanunda şiddet, "Kişiye, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar veren, fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış" olarak tanımlanmıştır.)

-Önleyici ve koruyucu tedbirleri dahil edilmiş ve zorlama hapsi getirilmiş, Şiddet Önleme Ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) kurulmuşve uygulamaların takibi gibi birçok yenilik getiren 6284 sayılı yasa uygulamaya konulmuştur. Ama ne yazık ki,halen kadına şiddet vakıalarında gözle görülür bir azalma göremiyoruz.

-Mevcut yasa ile şiddet önleme ve izleme merkezleri ve KOZA adı altında kuruluşlar kurulmuş ve ŞÖNİM'ler 40 ilde hizmet vermektedir.

6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Kanun fiziksel şiddetin yanısıra, ekonomik, psikolojik, cinsel şiddet gibi farklı şiddet türlerini de kapsamaktadır.

Sürekli dilimizden düşmeyen İstanbul Sözleşmesi Yaşatır cümlesi ne anlam ifade ediyor? İstanbul Sözleşmesi gerçekten yaşatır mı yoksa bir kesimin söylediği gibi örf adet ve geleneklerimizle bağdaşmaz mı?

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ; kadına karşı şiddeti , insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan ilk uluslararası belgedir.

Nahide Opuz davası ile başlayan süreç neler getirmiş bir hatırlayalım. Nahide Opuz, kendisine şiddet uygulayan eşini 36 kez şikayet etmesine rağmen kendisini koruyamayan devlete karşı 15 temmuz 2002'de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurur. Türkiye AİHM'de aile içi şiddete karşı vatandaşlarını koruyamadığı için ceza alan ilk ülkedir. İlk defa bir devlet AİHM önünde kadın vatandaşına ayrımcılıktan hüküm giymiştir. Nahide Opuz Davası İstanbul Sözleşmesi'nin de temelidir.

Türkiye'nin öncülüğünde uluslararası bir insan hakları sözleşmesi hazırlanmaya karar verilmiş, Türk akademisyenler ve bazı milletvekillerinin önerileriyle bir metin hazırlanmış, 11 Mayıs 2011'de imzaya açılmış, adı da İstanbul Sözleşmesi olmuştur.

Bu sözleşmeye göre devlete birtakım sorumluluklar yüklenmiştir. Bunlardan bazıları:

-ŞİDDETE UĞRAYAN KADINLARIN GÜVENDE OLMASI ADINA YETERLİ SAYIDA SIĞINMA EVİ AÇMAK,

-24 SAAT ÜCRETSİZ TELEFON DANIŞMA HATTI SUNMAK,

-SORUŞTURMA VE YARGILAMA SÜRECİNDE MAĞDURLARA KORUMA TEDBİRLERİNDEN YARARLANMALARI ADINA HUKUKİ YARDIM SAĞLAMAK,

-ŞİDDETE UĞRAYAN KADIN VE ÇOCUKLARA PSİKOLOJİK VE HUKUKİ DANIŞMANLIĞIN YANINDA TIBBİ YARDIM DA SAĞLAMAK İÇİN ÖZELLEŞMİŞ KURUMLAR AÇMAK,

-ŞİDDETTE GELENEK, TÖRE, DİN, NAMUS GEREKÇELERİNİ KABUL ETMEMEKTİR.

2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin olarak. 2020 yılında sözleşmenin 4. Maddesinde bahsi geçen "cinsel yönelim" ve "toplumsal cinsiyet kimliği" kavramları, bir kesimin İstanbul Sözleşmesinden çekilmemiz gerektiği yönündeki düşünceye sevk eder.

Toplumsal cinsiyet kadın ve erkeğin eşit bireyler olarak algılanmasıdır. Ne var ki bazı kesimler,bu sözü çarpıtarak bu sözleşmenin "cinsiyetsizleştirme" ve cinsel tercihlerin değişmesine olanak veren birer kavran olduğunu savunmuşlardır. Sözüm ona insanların cinsel tercihini değiştirme eğilimini teşvik edici bir kavrammış. Bir an için öyle olduğu düşünülse dahi, bunun kimseyi ilgilendirmediğini söylemeden de geçemeyeceğim. İnsanlar hür doğarlar ve cinsel kimlikleri tartışmaya açık değildir.

Sözleşmenin 3. Maddesinde yer alan "aile" kavramının içinde birlikte yaşayan bireyler de dahil edilmiştir. Yani sözleşme evli olmayan bireyleri de korumaktadır. İstanbul sözleşmesine göre hazırlanan 6284 sayılı kanunda "mağdurun beyanı esastır" ibaresi yer almaktadır. Şiddet mağduru kadın olabileceği gibi erkek de olabilir. Kanun kadın erkek ayrımı yapmaksızın, ev içi şiddeti önlemeye yöneliktir.

Kadına yönelik şiddet ve özellikle kadına yönelik aile ve ev içi şiddet, hukuk sistemleri tarafından çoğunlukla göz ardı edilen ciddi bir insan hakkı ihlalidir. Bununla birlikte son dönemde ulusal ve uluslararası düzlemde kadına karşı şiddet konusunda önemli adımlar atılmış; devletler konuya ilişkin etkin politikalar geliştirmiş ve önemli yasal düzenlemeler yapmıştır. Bu gelişmelere rağmen, ulusal düzeydeki yasal düzenlemelerin yetersizliği, bu düzenlemelerin uygulanmasında ortaya çıkan sorunlar, kadına yönelik şiddetin ve en sık karşılaşılan şekliyle kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi ve şiddet mağdurlarının korunması gibi hususlarda uluslararası metinlerle belirlenen standartlara uygun ve daha etkin hukuksal yolların benimsenmesi gerektiğini göstermekte ve bu gereklilik konusunda kamuoyunda yaygın bir inanç oluşturmaktadır.

Peki bunca yasaya ve tedbire rağmen neden halen kadın cinayetleri ve aile içi şiddet önlenemiyor? Tarihi'nde kadına bu kadar önem veren bir toplumun geldiği bu vaziyetin temel sebebi ne? Eşine, Hükümdar'ım anlamına gelen HAN'ım diye seslenen ataları olan ve İslam dinine mensup çoğunluğun bulunduğu bir toplumda,hele ki, o dinin peygamberinin iki cihanda ulaşılabilecek en son ve en iyi nokta olan Cennet'i dahi kadınların yani anaların ayağının altına serdiğinin bilinmesine rağmen neden hala her gün kadınlar eşleri tarafından katlediliyor? Bunun tek cevabı eğitim. Çocukluktan itibaren, anne ve kız kardeşlerinin kendisine hizmet etmekle yükümlü kişiler olduğunu düşünmelerine sebep davranışlardan uzaklaşılmalı, kadınların birer obje olmadığının, korunması ve değer verilmesi gerektiği bilincinin hafızalarda yer etmesi adına en büyük görev başta babalara ve annelere düşüyor. Okullarda verilecek temel eğitim ile de kadının insan hayatındaki yeri ve öneminin çocuklara öğretilmesi, kadının bir obje ve hizmetkar değil, el üstünde tutulması gereken en değerli varlığımız olduğunun bilincine ulaştırılması gerekiyor. Buruk bir 8 Mart günü, gelecekte daha iyi ve duyarlı bir toplum yaratmak adına, önce kadın diyor ve tüm kadınların dünya kadınlar gününü kutluyorum.

title