İnsan bazen bir eve değil, bir insana sığınır.
Kapıyı çalmadan girilen evler vardır; bir de kapısı açık ama içi soğuk olanlar.
Hayat, hangisinde daha çok kaldığımızla şekillenir.
İnsan bir ada değildir.
Zihnimizi, duygularımızı, hatta beden ritmimizi bile başkalarının yanında ayarlarız.
Bir insanın yanında kalbimiz yavaşlıyorsa, omuzlarımız düşüyorsa,
işte orada görünmez bir şey olur: Sinir sistemi "buradayım" der.
Yurt tam da budur.
Adres değil, rahatlama hâli.
Çocukluk bunu ilk kez öğretir.
Bebek, dünyaya geldiğinde konuşmaz ama bedenle sorar:
"Beni tutan eller güvenli mi?"
Bu sorunun cevabı verilmişse, insan büyürken dünyaya açılır.
Verilmemişse, dünya bir süre sonra tehlikeli bir haritaya dönüşür.
Derler ki: "İnsan yarası, insandan olur; merhemi de."
Bu söz romantik değil, psikolojiktir.
Sırf biri var diye nice yerler yurt oluverir.
Travma yaşayan birçok insanın ortak bir dili vardır:
Yakınlık ister ama yaklaşınca daralır.
Sevilmek ister ama sevildiğinde şüphelenir.
Çünkü geçmişte "yurt" olması gereken yerler, alarm bölgesi olmuştur.
Rilke'nin dediği gibi:
"Yaşamak soruları sevmektir."
Ama bazı insanlar, soruları sevecek güveni hiç tatmamıştır.
İşte bu yüzden yetişkin ilişkilerinde sık sık şunu görürüz:
Bir taraf ev olmaya çalışır,
diğeri sürekli çıkış kapılarını sayar.
Başka bir ifadeyle söylersek:
Bazı insanlar şöminedir; yanına oturursun, susarsın, ısınırsın.
Bazıları duman dedektörü gibidir; her harekette alarm verir.
İkisi de ses çıkarır ama biri hayat verir, diğeri tetikte tutar.
Kabul ve Kararlılık Terapisi bunu sade bir yerden anlatır:
İnsan, insanın yurdu olur mücadeleyi bıraktığında.
Karşısındakini düzeltmeye, hızlandırmaya, değiştirmeye çalışmadığında.
Çünkü "daha iyi ol" cümlesi, bazen "şu hâlinle yer yok" anlamına gelir.
Yunus Emre yüzyıllar önce psikolojiyi tek cümlede özetlemişti:
"Gönül Çalab'ın tahtı, Çalab gönüle baktı."
Gönül yıkıldıysa, hiçbir ev ayakta kalmaz.
Ama zor bir gerçek var:
Herkes yurt olamaz.
Kendi iç dünyası sürekli yangın yeri olan biri, başkasına sükûnet sunamaz.
Kendi acısıyla teması olmayan, başkasının acısını misafir eder ama barındıramaz.
Belki de bu yüzden bazı insanlarla yollar ayrılırken üzülürüz ama hafifleriz.
Çünkü geride bıraktığımız şey sevgi değil, dar bir mekândır.
İnsan insanın yurdudur; çünkü insanın dünyada tutunabildiği tek yer,
bir başka insanın kalbidir.
Eve benzer insanlar vardır;
içeri girince ayakkabılarını çıkarırsın.
Bir de vitrin gibi insanlar…
Bakarsın ama içinde yaşayamazsın.
Bugün kendimize şunu sormak yeterli:
Ben, kimin için ev oldum?
Ve kimin yanında, nihayet kendime döndüm?









