Son günlerde sosyal medyada ve televizyonlarda aynı cümle dolaşıyor:
"İngiltere Mustafa Sandal'ı ulusal sanatçı ilan etti!"
Ardından "vay be"ler, övgüler, gurur dolu yorumlar…
Ama durun bir dakika. Gerçek, kulağa geldiği kadar sansasyonel değil.
Mustafa Sandal'ın aldığı şey, İngiltere'nin "Global Talent Visa" yani Küresel Yetenek Vizesi adlı standart bir göçmenlik programı kapsamında verilen bir oturum izni.
Bu bir ödül değil, unvan hiç değil.
İngiltere hükümeti kimseyi "ulusal sanatçı" ilan etmiyor; sadece belirli kriterleri sağlayan kişilere ülkesinde yaşama ve üretim yapma imkânı tanıyor.
Global Talent programı, İngiltere'nin uzun süredir yürüttüğü bir sistem.
Sanat, bilim, teknoloji ve dijital medya gibi alanlarda uluslararası başarı göstermiş veya potansiyel taşıyan kişiler, belgeleriyle başvurarak bu vizeyi alabiliyor.
Üstelik süreç tamamen ücretli ve bireysel başvuruya dayalı.
Kısacası, bir "davet" değil; belgelerle desteklenen, parası ödenen, resmi bir prosedür.
Mustafa Sandal da bu şartları karşılayarak bu vizeyi almış durumda.
Ama bu, "ilk" veya "tek" bir örnek değil.
Türkiye'den daha önce de birçok kişi — sanatçılar, akademisyenler, yazılım geliştiriciler, girişimciler — aynı vizeyle İngiltere'ye gitmiştir.
Yani mesele, İngiltere'nin özel olarak Mustafa Sandal'ı keşfetmesi değil; bir göçmenlik sürecinin olumlu sonuçlanmasından ibaret.
Ne yazık ki bizde haberlerin manşet olabilmesi için hikâyenin biraz "parlatılması" gerekiyor.
Basit bir vize onayı, bir anda "uluslararası takdir" ya da "İngiltere'den onur belgesi"ne dönüşüyor.
Oysa Global Talent Visa, kişisel başvuru, resmi inceleme ve ücret ödemesiyle alınan bir çalışma ve oturum izni.
Ne bir madalya, ne de devlet nişanı.
Elbette herkes kendi emeğiyle başarı kazanabilir — buna saygı duymak gerekir.
Ama haberi doğru okumak da bir o kadar önemlidir.
Mustafa Sandal'ın aldığı vize, İngiltere'nin kültürel politikasının bir parçası; bir sanatçının kişisel başarısının değil, bir sistemin işleyişinin sonucu.
Kısacası, "vay be" demeden önce bir durup bakalım.
Belki de haberin kendisinden çok, bizim onu nasıl yorumladığımız üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
Çünkü bazen hikâye büyümüyor — sadece manşet şişiyor.









