Gazetecilik eğitimi almış, bu alanın kuramsal ve etik tartışmaları içinde uzun yıllar emek vermiş biri olarak yazıyorum bunu.
Haber pratiğiyle temas etmiş; akademide gazeteciliği düşünen ve tartışan bir yerden konuşuyorum.
Bugün yalnızca mülkiyet sahibi olmanın —bir web sitesi, bir mecra— gazetecilik için yeterli sanıldığı; mesleki bilgi ve birikimin ise araçsallaştırılmak istendiği bir dönemdeyiz.
Oysa gazetecilik, sahiplikten çok yetkinlik, görünürlükten çok sorumluluk meselesidir.
Bu yazı, haber ile söylenti arasındaki çizginin bilinçli biçimde bulanıklaştırıldığı bu ortamda, gazeteciliğin ne olmadığını hatırlatma çabasıdır.
"Haberi biz yaparız, siz yazmayın" diyenler çıkacak!
Kendisini gazeteci olarak tanımlayanlar olacak. "Haberi biz yaparız, siz yazmayın" diyenler çıkacak. Yetkinlikten değil, mülkiyetten konuşacaklar. Oysa sadece bir web sitesine sahip olmak, hiç kimseyi gazeteci yapmaz. Alan adı almakla kamusal sorumluluk yüklenilmez. Tıklanabilir olmak, güvenilir olmakla karıştırılamaz.
Aynı şekilde yalnızca bir fakülteden mezun olmak da yetmez. Diploma, etik refleks kazandırmaz. Habercilik, ezberlenmiş kalıplarla değil; doğrulama, bağlam ve sorumluluk bilinciyle yapılır.
Bugün asıl sorun şurada başlıyor aslında…
Haber ile söylenti arasındaki çizgi bilinçli olarak silikleştiriliyor. "İddia edildi", "kulislerde konuşuluyor", "sosyal medyada gündem oldu" gibi ifadeler, doğrulanmamış bilgilerin güzellemesi hâline geliyor. Okur, bilgi aldığını sanırken yönlendiriliyor.
Gazetecilik bir unvan değil, bir pratiktir. Sürekli kendini sınayan, kaynakla mesafesini koruyan, hızdan çok doğruluğu önceleyen bir pratiktir. Bu yüzden gazetecilik; sahiplikten, görünürlükten ya da mezuniyet kartvizitlerinden ibaret değildir.
Bugün ihtiyacımız olan şey daha fazla içerik değil, daha fazla sorumluluktur. Daha çok haber değil, daha az söylenti.
Ve belki de en önemlisi…
Herkesin "haber yapıyorum" demesinden önce, gerçekten ne yaptığını sorması.
Peki haber nasıl yapılır? Haberci nasıl olunur?
Haber yapmak, bir olayı duyurmak değildir; olanı, olması gerektiği bağlamda anlatmaktır.
Bu yüzden habercilik önce bir yöntem, sonra bir meslektir.
Haber, doğrulamayla başlar.
Tek kaynak haber olmaz.
Gazetecilik literatüründe bu, kaynak çoğulluğu olarak tanımlanır. En az iki bağımsız kaynaktan teyit edilmemiş bilgi, haber değil; ancak söylentidir. Hız, doğruluğun mazereti olamaz.
Bağlam kurmak, bilgi vermenin asli şartıdır.
Bir cümleyi, bir görüntüyü ya da bir veriyi bağlamından koparırsanız, teknik olarak doğru ama içerik olarak yanıltıcı bir metin üretirsiniz.
Akademide buna çerçeveleme (framing) denir; gazetecilikte ise bu, doğrudan sorumluluk alanıdır.
Gazeteci, öznesini değil kamuyu merkeze alır.
Haber, gazetecinin kanaatini gündem yapmak için yazılmaz.
Yorum ile haber arasındaki sınırın korunması, mesleğin etik omurgasıdır. Okur neyin bilgi, neyin görüş olduğunu ayırt edebilmelidir.
Dil, habercinin vicdanıdır.
Abartı, ima ve belirsiz ifadeler ("iddialara göre", "kulislerde konuşulan") birer kaçış cümlesidir.
Bu dil, haberi güçlendirmez; habercinin sorumluluktan kaçtığını ele verir.
Habercilik, yalnızca 'ne oldu'yu değil 'neden oldu'yu da sormayı gerektirir.
Yüzeysel aktarım, içerik üretimidir; neden–sonuç ilişkisi kurmak ise haberciliktir.
Bu ayrım, akademik düşünme ile saha pratiğinin kesiştiği noktadır.
Haberci olmak, sürekli öğrenmeyi kabul etmektir.
Toplumu, hukuku, dijital kültürü, algoritmaları, etik ilkeleri bilmeden haber yapılmaz.
Bugün gazeteci; aynı anda okur, araştırmacı ve denetçidir.
Kısacası...
Haber, rastgele yazılmaz.
Habercilik, kendiliğinden olunmaz.
Bu bir niyet değil; emek, yöntem ve sorumluluk meselesidir.









