2026 Bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonu'nda... Kani Torun: Şam ile Sdg Arasında Siyasi Uzlaşma Olmadan Suriye'de Taşlar Yerine Oturmayacak

Güncel Haberler

İYİ Parti Muğla Milletvekili Metin Ergun, “Tom Barrack’ın terör örgütünün Suriye uzantısı olan YPG’ye yaptığı ziyaretten yansıyan bir fotoğraftaki haritada Hatay, Suriye toprağı olarak gösterilmiştir. Bu konuda Bakanlığınızın bir açıklaması veya attığı bir adım olmuş mudur” dedi. Gelecek Parti Bursa Milletvekili Kani Torun, “Şam ile SDG arasında net bir siyasi uzlaşma olmadan Suriye’de taşlar yerine oturmayacak. Türkiye, SDG meselesine bakışını değiştirmedikçe de bu uzlaşı sağlanamayacak” ifadelerini kullandı.

Haber: Melis YILDIRIM
(TBMM) - İyi Parti Muğla Milletvekili Metin Ergun, Dışişleri Bakanlığı'nın 2026 bütçe teklifinin görüşüldüğü Plan ve Bütçe Komisyonu'nda yaptığı konuşmada, "Tom Barrack'ın terör örgütünün Suriye uzantısı olan YPG'ye yaptığı ziyaretten yansıyan bir fotoğraftaki haritada Hatay, Suriye toprağı olarak gösterilmiştir. Bu konuda Bakanlığınızın bir açıklaması veya attığı bir adım olmuş mudur" sorusunu yöneltti. Gelecek Parti Bursa Milletvekili Kani Torun da  "Şam ile SDG arasında net bir siyasi uzlaşma olmadan Suriye'de taşlar yerine oturmayacak. Türkiye, SDG meselesine bakışını değiştirmedikçe de bu uzlaşı sağlanamayacak" ifadelerini kullandı.
AK Parti Samsun Milletvekili Mehmet Muş'un başkanlığında toplanan TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda, Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği (AB) Başkanlığı, Türk Akreditasyon Kurumu ve AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı'nın (Türkiye Ulusal Ajansı) 2026 bütçesi, kesin hesabı ve Sayıştay raporları görüşülüyor.
Komisyonda İYİ Parti Grubu adına konuşan Muğla Milletvekili Metin Ergun, Bakanlık yapılanmasına ilişkin, "Siyasi kadrolaşmanın yol açtığı liyakat erozyonu, devlet mekanizmasının neredeyse her alanında kendini göstermektedir. Kurumsal kültür zayıflamış, tecrübe aktarımı sekteye uğramış, devlet geleneğiyle bağlar kopmaya başlamıştır. Bu olumsuz tablodan en çok etkilenen kurumlardan birisi de hiç kuşkusuz Dışişleri Bakanlığı'dır. Yüzyılı aşan bir diplomasi geleneğine sahip olan bu kurum, Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyadaki itibarının taşıyıcı ana kolonlarından birisi olmuştur. Ancak bugün, o köklü hariciye geleneğinin, siyasi tasarruflar uğruna aşındırıldığını üzülerek görmekteyiz. Büyükelçi atamalarından terfi ve tayin süreçlerine kadar pek çok karar, artık kurumsal liyakat yerine partizan ölçütlerle şekillenmektedir" dedi.
Hariciye'nin geleneklerine hakim, deneyimli ve ehil personelin göz ardı edildiğini söyleyen Ergun, "Yıllarını bu ülkenin hizmetine vermiş diplomatlar, siyasi sadakat kıstaslarıyla geri plana itilmektedir. Oysa dış politika, günübirlik tercihlere değil, tecrübe ve sürekliliğe dayanır. Bu günübirlik siyasi ve sadakate dayalı kadro tercihlerinin tecrübe ve sürekliliğe dayanmadıkları için dış politika oluşumunda devletleri hatalı politik tercihlere sürükleme olasılıkları yüksektir" dedi.
"Kariyer memurluğundan gelen kadrolar varken, bu tür görevlendirmelerin gerekçesi nedi"
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'a, "Kariyer memurluğundan gelen, usta-çırak ilişkisi içinde yetişmiş, diplomasi geleneğini bizzat taşıyan kadrolar varken, bu tür görevlendirmelerin amacı nedir, gerekçesi nedir? Devletin tecrübeli insan kaynağı neden dışlanmaktadır" sorularını yönelten Ergun, "Bir ülkenin diplomasi kadroları, sadece bir idari yapılanmadan ibaret değildir. Aynı zamanda ulusal devlet hafızasının temsilcileridir. Bu hafızayı zayıflatmak, aslında Türkiye'nin uluslararası alandaki ağırlığını zayıflatmaktır" diye konuştu.
Ergun, "Hamasi nutuklarla süslenen dış politika söylemleri, derinliği olan tarihsel köklerinden kopmuş; günübirlik kararlarla, günü kurtarma diplomasisine dönüşmüştür. Bu tabloyu Suriye politikasında, Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerde, Körfez ülkeleriyle kurulan geçici ittifaklarda, hatta ABD ve Rusya karşısındaki zikzaklı tutumlarda açıkça görmekteyiz" dedi.
"Suriye belki de tarihte hiç olmadığı kadar fiilen bölünmüş durumdadır"
Ergun, iktidarın Suriye'nin birliğini ve bütünlüğünün Türkiye için önemli olduğunu söylediğini belirterek, "Fakat gelinen aşamada realite şudur: Suriye belki de tarihte hiç olmadığı kadar fiilen bölünmüş durumdadır. Suriye'nin içinde bulunduğu parçalanmışlık Amerikan emperyalizminin ve İsrail'in istediği bir durumdur. Zira Suriye'de bölgesel olarak hakim olan terör örgütlerinin işvereni doğrudan doğruya ABD'dir" diye konuştu. Ergun, şöyle devam etti:
"Resmiyette ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olan, fiiliyatta ise bölge koordinatörü gibi hareket eden Tom Barrack, Suriye'de bir federasyon değil ama ona yakın bir yapı olacağını söylemiştir. Bu açıklama Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasını ve merkezi bir devlet yapısı oluşturulmasını isteyen Türkiye'nin tutumuna karşıt bir açıklamadır. Bakanlığınızın bu konudaki görüşü nedir? Tom Barrack'ın terör örgütünün Suriye uzantısı olan YPG'ye yaptığı ziyaretten yansıyan bir fotoğraftaki haritada Hatay, Suriye toprağı olarak gösterilmiştir. Bu konuda Bakanlığınızın bir açıklaması veya attığı bir adım olmuş mudur?
4 Kasım Salı günü Brüksel'de AB Genişleme Zirvesi yapılmıştır. AB üyeliğine aday ülkelerden birisi olan Türkiye'nin ise bu toplantıda ismi dahi geçmemiştir. İktidar temsilcileri, bugüne kadar defalarca AB üyeliğinin, Türkiye için stratejik bir hedef olduğunu beyan etmişlerdir. Ne hazindir ki, AB'ye katılımın ön koşullarından birisi olan hukukun üstünlüğünün sağlanması, demokratik sistemin şeffaf ve kapsayıcı şekilde geliştirilmesi, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi alanlarda iktidar yıllardır tam tersi uygulamalara imza atmış ve atmaktadır. AB'nin değerler manzumesi bir tarafta, iktidarın otoriter ve keyfi anlayışı bir tarafta dururken Türkiye'nin AB'ye üyeliği nasıl mümkün olacaktır?
Bakanlığınız milli davamız olan Kıbrıs meselesinin Türkiye'nin vazgeçilmez hak ve menfaatlerinin aksine neticelenmemesi için hangi politikaları uygulamaktadır? Bilgi almak istediğimiz diğer bir mesele de Doğu Akdeniz meselesidir. Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin deniz yetki alanları ve enerji kaynakları konusundaki haklarının korunması konusunda mevcut durum nedir?"
"Türkiye, İbrahim Anlaşması'na taraf olacak mı"
Ergun, Suriye yönetimi ile Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması yapılıp yapılmayacağını, bugüne kadar yapılmamasının sebebini sordu. ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın "Türkiye ve İsrail savaşmayacak. Hazar Denizi'nden Akdeniz'e kadar bir iş birliği göreceksiniz" açıklamasını hatırlatan Ergun, "Bu açıklamanın akabinde de Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan'ın Devlet Başkanlarının Beyaz Saray zirvesi sonrasında Kazakistan'ın İbrahim Anlaşmaları'na katıldığı duyurulmuştur. Türkiye bu kapsamda, İbrahim Anlaşması'na taraf olacak mıdır? Bakanlığınızın bu konudaki tutumu nedir" sorusunu yöneltti.
Ergun, "Fener Rum Patrikhanesi'nin ekümeniklik iddialarına karşı, Lozan Antlaşması'nın 1923'te netleştirdiği 'yerel dini kurum' statüsünü koruma ve Anadolu'daki milli egemenlik haklarımızı savunma doğrultusunda Bakanlığınız hangi adımları atmıştır veya atacaktır" diye sordu.
"Bakanlığınız Kırım Türklerinin hak ve menfaatlerini korumak için hangi adımları atmıştır"
Ergun, sorularına "Irak Türkmenlerine yönelik uzun zamandır devam eden sistematik baskı ve sindirme eylemlerine karşı Bakanlığınız hangi adımları atmıştır? Son olarak, cevaplanmasını istediğimiz bir diğer husus da şudur: Bakanlığınız, Kırım Türklerinin emniyetini, hak ve menfaatlerini korumak için bugüne kadar hangi adımları atmıştır" diye devam etti.
"İç barışı olmayan bir ülkenin diplomasisi hiçbir zaman etkili olamaz"
Türkiye'nin, bölgede ve dünyada saygınlığını koruyan bir aktör olmak istediğini söyleyen Yeniyol Grubu Gelecek Partisi Bursa Milletvekili Kani Torun, "Ancak bunun için işe kendi içinde barışı güçlendirerek başlamalıdır çünkü iç barışı olmayan bir ülkenin diplomasisi hiçbir zaman etkili olamaz, komşularıyla güven tesis edemez krizleri yönetemez ve bölgesel düzlemde oyun kuramaz" ifadelerini kullandı.
"SDG'nin yetkili isimlerinin Türkiye'ye getirilerek görüşülmesi çözüme daha çok katkı sağlayacaktır"
Torun, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Şam ile SDG arasında net bir siyasi uzlaşma olmadan Suriye'de taşlar yerine oturmayacak. Türkiye, SDG meselesine bakışını değiştirmedikçe de bu uzlaşı sağlanamayacak. Türkiye'nin stratejisi askeri baskıyı tek yöntem olarak görmek yerine Suriye içindeki aktörlerin birbirleriyle konuşmasını kolaylaştıran, kapsayıcı bir geçiş sürecini destekleyen diplomasiye ağırlık veren bir çizgi olmalıdır. Çünkü bölgesel barışın yolu, sınırları askeri araçlarla değiştirmek değil, toplumlar arası temasla, diplomasiyle, müzakereyle sınırları anlamsızlaştırmaktan geçer.
İç barışımız ile Suriye politikamız arasında kopmaz bir bağ vardır. Türkiye'de Kürt meselesi çözüme kavuşmadan Suriye'de Kürtlerle ilgili hiçbir dosya sağlıklı bir şekilde yönetilemez. Aynı şekilde Suriye'nin kuzeyindeki siyasi yapı çözüme kavuşmadan Türkiye'nin içindeki tartışmalar normalleşemez. Dolayısıyla, iç ve dış politikada barışı aynı anda düşünmek zorundayız. Bu ülke kendi vatandaşlarıyla çözmekten kaçındığı meseleleri, başka ülkelerin topraklarında çözemez. Çözemediği her sorun ise dış politikada bir kırılganlık, içeride bir huzursuzluk olarak geri döner.
MİT Başkanlığı İmralı ile görüşmeler yaparken, Kandil'de silah bırakma faaliyetlerini takip ederken SDG'nin yetkili isimlerinin Türkiye'ye getirilerek burada görüşülmesi çözüme daha çok katkı sağlayacaktır. Sayın Bakan'ın hem müzakere tecrübesi hem de sahadaki etkinliği bunu yapabilecek ve bu sorunu çözebilecek yeterliliktedir. SDG yetkilileri Şam ile görüşürken, ABD ile temas kurarken, çeşitli ülkelerin temsilcileri buraya gelerek onları dinlerken bizim sorunun ve çözümün doğal ortakları olarak görüşmemiz değil, görüşmüyor olmamız abes karşılanmalıdır.
"Türkiye, ademi merkeziyetçilik merkeziyetçilikten korkmamalı"
Türkiye, ademi merkeziyetçilikten korkmamalıdır. Tecrübe ile söylüyorum, iç savaş yaşamış toplumlarda tekçi bir merkezi yönetim kurmak hemen hemen imkansızdır. Modalitesi taraflar arasında konuşularak ademi merkeziyetçi bir çözüm bulunmalıdır. Bu konuda Birleşik Krallık modeli denenebilir. İsmi özerklik veya federalizm olmadan, bölgesel değil iller bazında yerel yatırımların, yerel polisin, eğitimin ve sağlığın seçilmiş yerel yönetimlerce yönetildiği bir model herkesi tatmin edebilir. Suriye'deki Arap, Kürt ve Türkmenler bizim vatandaşlarımızın soydaşlarıdır. Orada tüm taraflara eşit durmalıyız. Türkiye tüm yumurtalarını HTŞ'e ve Şara sepetine koymamalıdır."
Türkiye'nin Filistinlilere vermiş olduğu umut dolu mesajlarla çeşitli uluslararası platformlarda yükselttiği sesle başlattığı rüzgarın icraatları ile bir fırtınaya dönüştüremediğini dile getiren Torun, "Somut adım noktasında maalesef birçok ülkenin gerisinde kaldık. Temsilcilerin geri çekilmesinde, ilişkilerin aslıya alınmasında, ticaretin durdurulmasında, uluslararası mahkemelerde süreçlerin başlatılmasında, yerel mahkemelerde yargılamaların yapılmasında, Türkiye hep geç kaldı. Üstelik iktidar, bu alanda yapılan tüm eleştirileri bir hakaret kabul etti. Eleştirenleri siyonizme hizmet ile itham etti" dedi.
"Türkiye, Görev Gücü'nde yer almalı"
Gazze'de ateşkesin uygulanmasının takip edilmesi ve İstikrar Gücü'nün oluşturulmasının desteklenmesi gerektiğine vurgulayan Torun, "Türkiye hem bu Görev Gücü'nde yer almalı hem de Görev Gücü'nün tamamen Müslüman ülkelerden oluşmasını desteklemelidir" ifadelerini kullandı.
"Gümrük Birliği'nin güncellenmemesi, Türkiye'yi ekonomik olarak güç duruma sokmakta"
Torun, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda 2005'ten beri ciddi bir ivme yakaladığını söyledi. 2016'da vize muafiyeti gibi bir kazanım elde edilecekken bu sürecin iç politikadaki dalgalanmalara kurban edildiğini söyleyen Torun, şunları kaydetti:
"Son günlerde tanınmış iş insanlarının bile vize başvurularının reddedildiği haberleri medyada görülüyor. Bu bile sürecin önemini ortaya koyuyor. Bugün Gümrük Birliği anlaşmalarının güncellenmemesi, Türkiye'yi ekonomik olarak güç duruma sokmaktadır. Vize muafiyetinin ertelenmesine sebep olan siyasi ahlak yasasının yalnızca Birlik üyeliği için değil, her gün bir yenisine şahit olduğumuz yolsuzlukların önlenmesi için de hayatın önemli olduğunu artık anlamalıyız. Bir temizlenme operasyonu henüz olmamasına rağmen ortaya çıkan skandallar, bu yasaların 10 yıl önce neden yapılmak istendiğini de gözler önüne seriyor. AB'nin genişleme süreci yeniden canlanmışken Türkiye hala bu sürecin dışında kalıyorsa, bunun en büyük sebebi başkaları değil, belki de bizim içeride çözemediğimiz demokrasi krizimizdir."