2025 ve sonrasında Kuzey Afrika'nın güvenlik ve siyasi görünümü

Güncel Haberler

Almanya Uluslararası Politika ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi'nde (CATS) Misafir Araştırmacı Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Kuzey Afrika'nın 2025'teki durumunu ve gelecekte olası güvenlik ve siyaset tablosunu AA Analiz için kaleme aldı.

Almanya Uluslararası Politika ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi'nde (CATS) Misafir Araştırmacı Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Kuzey Afrika'nın 2025'teki durumunu ve gelecekte olası güvenlik ve siyaset tablosunu AA Analiz için kaleme aldı.
***
2025'in sonuna yaklaşırken Kuzey Afrika, on yıl öncesine kıyasla daha istikrarlı görünse de siyasi ve ekonomik manevra alanı belirgin biçimde daralmış durumda. Bölgede güvenlik alanında toparlanma gözlense de siyasi meşruiyet, ekonomik kapsayıcılık ve mali sürdürülebilirlik eksenlerinde riskler daha görünür hale geldi. Bölgenin genel tablosu hükümetlerin sınır güvenliğini tahkim etmeye, elitler arası denge arayışına ve dış finansmana öncelik verdiği, temkinli bir durağanlık ile kontrollü bir istikrarsızlığın birlikte yürüdüğü bir dönemi işaret ediyor.
Ekonomik görünüm de bu ikili tabloyu doğruluyor. Yüksek kamu borcu, kronikleşen genç işsizliği ve küresel gıda ile enerji krizlerinin gecikmeli etkileri, bölge devletlerinin hareket kabiliyetini zorlamaya devam ediyor. Hükümetler, bir yandan makroekonomik istikrarı tesis etmeye çalışırken, diğer yandan yapısal reformların siyasi maliyetini gözetmek zorunda kalıyor. Bu da karar alma alanını daraltıyor. Bu ikilemi en açık biçimde ortaya koyan ülke Mısır. Uluslararası Para Fonu (IMF) bağlantılı reformlar, rezervler, kur istikrarı ve enflasyonun kontrolü başlıklarında bazı kazanımlar sağlasa da kemer sıkma önlemleri, sübvansiyon kesintileri ve kamu sektörünün daraltılması toplumsal baskıyı artırarak 2013 sonrası ekonomik düzenin sürdürülebilirliğine yönelik tartışmaları derinleştirdi. Tunus'ta da benzer bir çizgi görülüyor: Enflasyondaki düşüş ve sınırlı büyüme kısa vadede koşulları nispeten toparladı fakat işsizlik, sübvansiyon baskısı ve bölgesel eşitsizlikler hala çözülebilmiş değil.
Libya-Sahel-Sudan üçgeninde güvenlik girdabı
Kuzey Afrika'nın güvenlik mimarisini bugün, Libya, Sahel ve Sudan'ı birbirine bağlayan istikrarsızlık hatları daha güçlü biçimde şekillendiriyor. Libya'da kağıt üzerindeki ateşkese rağmen parçalanmış yapı sürüyor. Silahlı gruplar ile siyasi merkezler arasındaki bölünme aşılamıyor. Kurumsal boşluk uzadıkça, bu durumun Tunus, Mısır ve Mağrip'e yansıyan etkileri de daha görünür hale geliyor.
Güneyde ise Sahel'de El Kaide bağlantılı terör örgütü JNIM ve "Büyük Sahra İslam Devleti" (ISGS) gibi grupların etkisiyle terörde yaşanan keskin artış, sınırların askerileştirilmesi, göç siyaseti ve bölge içi diplomatik gerilimler üzerinden Kuzey Afrika'yı giderek daha fazla etkiliyor. Birleşmiş Milletler'in (BM) 2025 boyunca defalarca vurguladığı üzere bu tablo, Kuzey Afrika ülkelerinin gözünde güney sınırlarını stratejik güvenlik hatlarına dönüştürdü. Cezayir, Sahel'de uzun süredir arabuluculuk yapan ve dengeyi gözeten bir aktör olsa da artık bu hattaki problemlerden doğrudan etkileniyor. Mart 2025'teki İnsansız Hava Aracı (İHA) olayı sonrasında patlak veren Cezayir-Mali krizi, terörle mücadele öncelikleriyle egemenlik hassasiyetlerinin ve bölgesel nüfuz rekabetinin kısa sürede karşı karşıya gelebileceğini ortaya koydu.
Libya-Sudan hattı, bu güvenlik girdabını daha da derinleştirdi. Libya'da özellikle doğu ve güneyde egemenliğin parçalı seyretmesi, Sudanlı silahlı aktörlere lojistik imkan, finansman kanalları ve ikmal ile konuşlanma noktaları sağladı. Sudan'daki iç savaş ise Libya'nın zaten kırılgan olan yapısına yeni silah ve savaşçı akışlarının yanı sıra yerinden edilmiş insanları da ekledi. Darfur-Libya hattındaki aşiret ve ticaret ağları zamanla silahlı koridorlara dönüşerek iki ülkedeki savaş ekonomilerini birbirine eklemledi. 2025'e gelindiğinde, bu karşılıklı beslenen ilişki Kuzey Afrika'nın güvenlik düzeninin kalıcı unsurlarından biri haline geldi.
Bölge ülkeleri bu tablo karşısında sorunu çözmekten çok kontrol altında tutmaya odaklanıyor. Sınır güvenliğinin sertleştirilmesi, istihbarat işbirliği ve Avrupa Birliği (AB) destekli göç yönetimi kısa vadede riski sınırlasa da istikrarsızlığın temel nedenleri büyük ölçüde değişmiyor.
2025 sonrası olası dönüm noktaları
Önümüzdeki dönemde üç başlık, Kuzey Afrika'nın gidişatını etkileyebilecek temel dönüm noktaları olarak öne çıkıyor.
İlki, Libya'nın siyasi geleceği. Kısa vadede seçim ihtimali zayıf, siyasi çekişme ise sürüyor. Buna rağmen Temsilciler Meclisi ile Devlet Yüksek Konseyi temsilcilerinin Kasım 2025'te Merkez Bankası çerçevesinde imzaladığı anlaşma, teknokratik uzlaşıların hala mümkün olabileceğini gösteriyor. Petrol gelirlerinin yönetimi, merkez bankasının yetkileri ve bütçe denetimi gibi alanlarda kalıcı bir mutabakata gidilmesi, gerilimin tırmanma riskini azaltabilir. Tersi yönde bir tablo ise Libya'daki silahlanma yarışını daha da hızlandırabilir. 2025'in sonuna doğru gündeme gelen Pakistan ve Libya Ulusal Ordusu arasındaki silah anlaşması bu eğilime işaret eden örneklerden biri.
İkinci eşik, Sahel ve Sudan kaynaklı istikrarsızlığın "yönetilebilir" sınırları aşıp aşmayacağıyla ilgili. Sınır ötesi saldırıların artması, kaçakçılık ağlarının genişlemesi ve düzensiz göç akışlarının büyümesi, Kuzey Afrika ülkelerini daha sert güvenlik tedbirlerine ve önümüzdeki dönemde daha derin bir güvenlikleştirmeye yöneltebilir.
Üçüncü dönüm noktası, bölgesel güvenlik işbirliğinin ne ölçüde mümkün olacağı. Ortak tehdit algısı, özellikle Cezayir, Tunus ve Moritanya arasında sınırlı ama işleyen bir işbirliğini mümkün kılabilir ancak aynı zamanda bölgedeki güvenlikleştirme ve silahlanma eğilimini de güçlendirebilir.
Bu dönüm noktalarının yönünü üç yapısal etken belirleyecek. İlki, bölgenin jeoekonomik dönüşümüyle ilgili. Körfez sermayesi, Türkiye yatırımları, Avrupa'nın sınır ve enerji öncelikleriyle orta boyutlu güçlerin artan stratejik aktivizmi, Kuzey Afrika'nın siyasi ekonomisini yeniden şekillendirirken bölgenin yeşil enerji merkezlerine ve alternatif üretim üslerine dönüşme potansiyeli güçleniyor. Dış aktörlerin bölgenin jeoekonomik ve jeopolitik dönüşümünde giderek daha belirleyici bir rol oynamasıyla birlikte, kritik soru şu: Bu dinamikler güvenlik merkezli yönetimi pekiştirecek mi, yoksa işsizlik, zayıf yönetim ve bölgesel eşitsizlik gibi istikrarsızlığın yapısal sürükleyicilerini hedefleyen yatırımlara mı dönüşecek?
İkincisi, Sahel ve Sudan kaynaklı savaş ekonomisinin Güney Libya üzerinden bölgeye yerleşip yerleşmeyeceği. Mevcut gidişat sürerse bu ağlar; kaçakçılık, paralı askerlik ve göç ekonomisi üzerinden süreklilik arz eden gelir kanalları oluşturarak parçalanmayı besleyebilir ve devletlerin politika tepkilerini uzun vadeli çözümler yerine kısa vadeli tedbirlerle idare etmeye sevk edebilir.
Üçüncüsü, Akdeniz ile Kuzey Afrika meseleleri artık birbirinden ayrı düşünülmüyor. İki alan arasında bir tür "aktarım hattı" oluşmuş durumda. Sahel kaynaklı güvensizlikler, Libya'daki siyasi oynaklık, enerji fiyat şokları ve göç baskısı kuzeye doğru taşınırken, Doğu Akdeniz'deki çatışma dinamikleri ve bunlara verilen politika tepkiler de güneye yansıyor.
Türkiye'nin bölgesel yaklaşımı
2026'ya yaklaşılırken Türkiye'nin Kuzey Afrika'ya yaklaşımı farklılaşıyor. Libya'da güvenlik ve stratejik bağlar belirleyiciyken, Mağrip hattında ekonomik ve diplomatik ilişkiler ağırlık kazanıyor. Libya, Ankara'nın bölgede en güçlü bağ kurduğu ülke konumunda. Askeri işbirliği, savunma alanındaki kurumsal temaslarla deniz ve enerji dosyalarındaki bağlantılar, bu bağları besliyor. Bu yönüyle Libya, Türkiye'nin Doğu Akdeniz stratejisinde kritik bir önem taşıyor.
Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin Libya'daki önceliklerinin, güvenlik ve siyasi riskleri azaltmaya; sahadaki varlığını da çatışma sonrası dönemin ihtiyaçlarıyla uyumlu biçimde yeniden tanımlamaya yönelmesi bekleniyor. Ankara Libya'nın ötesinde bilinçli biçimde güvenlik eksenli bir angajmanla hareket etmiyor. Türkiye, Cezayir, Fas ve Mısır'da artan ticaret ve üretim bağlantıları üzerinden kendisini sanayi ve ticaret ortağı olarak öne çıkarırken, Tunus'ta da ağır mali koşullar dayatmadan diplomatik ve ekonomik temasını sürdürüyor. Bu çerçevede Türkiye'nin 2026 boyunca Kuzey Afrika'daki etkisi, diplomatik esnekliğini ve ekonomik kapasitesini ne ölçüde kullanabildiğine aynı zamanda Libya'daki kırılgan dengenin barındırdığı riskleri ne kadar iyi yönetebildiğine bağlı olacak.
[Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Almanya Uluslararası Politika ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi'nde (CATS) Misafir Araştırmacıdır.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.