İyi Parti Grup Toplantısı... Dervişoğlu'ndan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a Süreç Tepkisi: Yetkisi Vardır, Atsın İmzayı, Salabiliyorsa Salsın Apo'yu

Güncelleme:
Facebook'da Paylaş Twitter'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş Google News'de Paylaş

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, "Bu komisyoncuları aylar önce uyardık. 'Erdoğan elini yıkayıp çıkar, ortada kalırsınız' dedik. 'Öcalan’a indirgenmiş demokrasi, Erdoğan’a indirgenmiş siyaset arayışından, çıksa çıksa Türk milletine felaket çıkar' dedik. Erdoğan bu süreçte, bazen AK Parti Genel Başkanı, bazen Cumhurbaşkanı olarak hareket etti. Madem ki sürecin arkasında olduğunu söylüyor, madem ki bu bir devlet ve yüzyılın projesi diye iddia ediyor. O halde yetkisi vardır, atsın imzayı, salabiliyorsa salsın Apo’yu" dedi.

(TBMM) - İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, "Bu komisyoncuları aylar önce uyardık. 'Erdoğan elini yıkayıp çıkar, ortada kalırsınız' dedik. 'Öcalan'a indirgenmiş demokrasi, Erdoğan'a indirgenmiş siyaset arayışından, çıksa çıksa Türk milletine felaket çıkar' dedik. Erdoğan bu süreçte, bazen AK Parti Genel Başkanı, bazen Cumhurbaşkanı olarak hareket etti. Madem ki sürecin arkasında olduğunu söylüyor, madem ki bu bir devlet ve yüzyılın projesi diye iddia ediyor. O halde yetkisi vardır, atsın imzayı, salabiliyorsa salsın Apo'yu" dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM'deki haftalık grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Dervişoğlu, konuşmasından önce yeniden İYİ Parti'ye katılan eski Gençlik Kolları Kurucu Genel Başkanı ve Toplum Çalışmaları Enstitüsü Kurucu Başkanı Osman Ertürk Özel'e rozetini taktı.

Dervişoğlu, dün gece Ankara'da içinde Libya Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı'nın da bulunduğu askeri heyeti taşıyan uçağın düşmesiyle ilgili gelişmeleri dikkatle takip edeceklerini belirtti ve hayatlarını kaybedenlere rahmet diledi.

Menemen olayının yıl dönümünde şehit olan Kubilay, Bekçi Hasan ve Şevki Bey'e rahmet dileyen Dervişoğlu, "Menemen'de cereyan eden olay, Cumhuriyet'e karşı yapılan kalkışmaların en önemlilerindendir. Çünkü Cumhuriyet'in iki neferi vardır.  Biri asker, biri öğretmendir. Şehit Kubilay da hem asker, hem öğretmendi. O yüzden bu saldırı Türk milletinin kurduğu cumhuriyet fikrinin özüne bir saldırıdır. Bugüne bakıldığında hainlerin taltif edildiği, önder, hatta kahraman kılındığı bir kuşatmanın içinde teröristten barış güvercini çıkarmak isteyenlerin iktidar dönemindeyiz. Biz ise başından beri tüm bu kalkışmaların erken uyarı sistemiyiz. Türk milleti ve onun cumhuriyetinin kayıtsız ve şartsız neferiyiz" diye konuştu.

Dervişoğlu, gündeme ilişkin açıklamalarına şöyle devam etti:

"Malum süreç, devlet aklı diye pazarlanarak bir yıldan fazladır devam ediyor. Bizse ilk günden beri bunun Türk milletine karşı yapılan büyük bir kalkışma olduğunu anlatıyoruz. Komisyon burada sadece bir aşamaydı. TBMM eliyle, teröristbaşı Öcalan'a meşruiyet vermenin; 'Al başkanlığı, ver Apo'yu' pazarlığının manivelasıydı. Komisyona katılan partiler, sonunda raporlarını verdiler. Ortada kısa tabirle, 5 benzemez vardır. Biri tuttuğu hortumu fil zannediyor, bir diğeri kuyruğunu, ötekiler de bacağını tarif ediyor. O fili doğru tarif eden ise sadece İYİ Parti oldu. O fil; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hukuksuz, anayasasız, ölçüsüz bir tek adam rejimi elinde hanedancılık ve feodallik mengenesinde yok edilmesidir. Bu komisyonculardan biri ömür boyu başkanlık için orada. Küçük olanı da iktidar kırıntılarının peşinde. Diğer komisyoncu ise şantajla oturtulduğu masada 'bir umut' diye, tespih çekip duruyor.

"'Pazarlık yok' diyorlar ama 'aşama' dedikleri her şey, pazarlığın ta kendisi"

AK Parti'nin raporu, müflis tüccarın karıştırdığı eski defterlerden ibaret. İçinde, 25 senelik tükenmiş iktidarın hezeyanları var. Sayfalar dolusu, 'Biz ne kadar demokratız' lafları var. İlan edip, uymadıkları, söz verip uygulamadıkları yasa ve sözleşmelere atıflar var ama Türkiye'yi, niçin bir kayyum rejimine mahkum ettiklerinin cevabı yok. Demokrasiyi, niye her seferinde ithal ettiklerinin insan haklarını ise niçin, yalnızca, terörist inlerinde aradıklarının gerekçesi de elbette o satırlarda yazmıyor. Müflis tüccar niye iflas ettiğini yazar mı? Yazmaz, yazamaz; yazarsa insan içine çıkamaz. Mangalda silah yakma şovunda 'Terörü bitirdik' diye mangalda kül bırakmıyorlar ama her açıklamalarında, meçhul bir yol haritasından bahsediyorlar. 'Pazarlık yok' diyorlar ama 'aşama' dedikleri her şey, pazarlığın ta kendisi. 'Bölge' diyorlar, ortada Türkiye yok. 'Millet' diyorlar, başında Türk yok. 'Devlet' diyorlar, içinde cumhuriyetten bahseden yok.

Yatıp kalkıp, 'entegrasyon' diyorlar. Türkiye'de, 40 yıllık teröristler, Suriye'de ise on binlercesi. Biri, Suriye ordusuna entegre olurken, PKK'yı da Türk ordusuna mı entegre edeceksiniz? Teröristi ya enterne edersiniz ya da cezaevine entegre edersiniz. Eğer YPG/SDG otonom yapısını koruyarak, Suriye'nin kuzeyinde fiili bir yarı devlet gibi kalacaksa bu iktidarın tavrı ne olacaktır? Partisinin bir yarısı, bunu alkışlarken bir diğer yarısı da tehdit olarak görürken iktidarın kararı ne olacaktır? Terörle mücadele sürecek midir? Yoksa bu meşrulaştırma, sineye mi çekilecektir? Raporda, bir de 'geçici kanun' meselesi vardır. Bu, hukukun dili değildir. Bu, kişiye ve örgüte özgü hukuk demektir. Hangi teröristin affedileceğine, hangi terörün görmezden gelineceğine siyasetin karar verdiği yerde hukuk devleti olmaz, cumhuriyet olmaz, adalet ve güvenlik hiç olmaz.

Bu, tek adamın sorumluluğunu Meclis'e yıkıp af yetkisinden kaçmasıdır. Bu suça, bu vebale Türk milletinin alet edilmesidir. Bu komisyoncuları aylar önce uyardık. 'Erdoğan elini yıkayıp çıkar, ortada kalırsınız' dedik. 'Öcalan'a indirgenmiş demokrasi, Erdoğan'a indirgenmiş siyaset arayışından, çıksa çıksa Türk milletine felaket çıkar' dedik. Erdoğan bu süreçte, bazen AK Parti Genel Başkanı, bazen Cumhurbaşkanı olarak hareket etti. Madem ki sürecin arkasında olduğunu söylüyor, madem ki bu bir devlet ve yüzyılın projesi diye iddia ediyor. O halde yetkisi vardır, atsın imzayı, salabiliyorsa salsın Apo'yu. Halep oradaysa, arşın burada; uzun çarşı, boydan boya!

"Cumhuriyete açtıkları savaşın adını da barış koyuyorlar"

DEM Parti ise yine şaşırtmadı. Ne istediklerini saklamıyorlar, artık saklama gereği de hissetmiyorlar. Ne düşünüyor, ne istiyorlarsa raporlarına yansıtmışlar. Talep ve tespitleri, terör örgütüyle aynıdır. Zaten sözler; sürecin gerçek sahibi, İmralı canisinin sözleridir. 'Anayasal tanınma, anadilde eğitim, yerel özerklik...' Satır satır yazıyorlar:  'Lozan'ı yırtıp atılacak, ulus devlet tasfiye edilecek, Türk milleti tanımından vazgeçilecek. Bir de eşkıyalar için anıt dikilecek.' Kısaca, Lübnan ve Irak modeli istiyorlar. İkili hukuk, ikili egemenlik, parçalı bir devlet yapısı. Madem hanedan kuruluyor, 'O halde, vasimiz başımızda olsun' diyorlar. Ne kopartırsak kardır gözüyle bakıyorlar. 'Cumhuriyet yanlış kuruldu' diyorlar. Cumhuriyet'e açtıkları savaşın adını da barış koyuyorlar. 'Siz Öcalan'ı çıkartın, biz ne lazımsa verelim' diyorlar. Bir de yarım asırlık düşmanlıklarını ve katliamları sihirli barış söylemleriyle saklamaya çalışıyorlar. Sanki terörü onlar çıkarmamış, onlar kutsamamış gibi davranıyorlar. Ey Türkiye'yi yönettiğini zannedenler, yazıklar olsun size! Bu tablo sizin eseriniz, sizin! Terör örgütünün kırk senede yapamadığını açılımınızla, komisyonunuzla bir senede becerdiniz. İstihbarat teşkilatlarının, emperyalizmin ve onların lobilerin, yüz senedir yapamadığını bir senede yaptınız. Siz, Türkiye'nin varlığını ve değerlerini tartışılabilir kıldınız. Yazıklar olsun.

MHP'nin raporuna gelirsek belli ki kafaları hayli karışık. MHP Genel Başkanı, İmralı ulakları ne söylüyorsa, altına imza atarken, ortaya çıkan raporda ise İYİ Parti'nin ve Müsavat Dervişoğlu'nun sözlerinin altına imza atıyor. Ben, haklı çıktığım için mutlu olacak değilim, keşke memleket bu hale gelmeseydi. Madem sonunda benim dediğime gelecektiniz, böyle bir rapor ortaya çıkaracaktınız bunca gürültüye, sürece önderlik etmeye kalkışmaya ne gerek vardı? Türkiye bunun cevabını seçim sandığında verecektir.

CHP ve Yeni Yol'un raporlarını da okuduk. Demokrasinin teorik ve pratik sorunlarını, demokrasiyi bizzat tarumar edenlere yazılı olarak hatırlatmışlar. Asıl meseleyi mesele etmedikleri için ortada kuyu var diye, yandan geçmişler. Şimdi komisyona katılan siyasi partilerin raporların ve yaptıkları dinlemelerin ışığında yetkisiz komisyonun raporunu yazacaklar. Bakacağız ve göreceğiz. Bu Meclis'ten milletin beklentilerinin hilafına adımlar atılmasına da izin vermeyeceğiz.

"Bu paket kimi salacak ya da kimi paketleyecektir"

Siyasetin bu kadar dağıldığı, hukukun bu kadar muğlaklaştığı bir yerde adaletin de güvenliğin de ayakta kalması mümkün değildir. Önümüze yine bir yargı paketi getiriliyor. Adı yargı, içi idare. Adı reform, ruhu pazarlık. Bu ülkede artık yargı paketleri, adaleti güçlendirmek için değil, oluşan enkazı idare etmek için hazırlanıyor. Af ve infaz olguları, bir cülus gibi dağıtılan, kazan yemeği muamelesi görüyor. Bir tarafta, organize suç örgütleri, uyuşturucu, kumar ve fuhuş ağları; diğer tarafta tweet attığı için soruşturma geçiren gençler, haber yaptığı için tutuklanan gazeteciler, hak aradığı için ceza alan yurttaşlar. Bu paket kimi koruyor? Toplumu mu, suçu mu? Bu paket kimi salacak ya da kimi paketleyecektir? Türkiye'de artık bir suç yumağı ile karşı karşıyayız. Çocuklar suç işliyor, okullarda bile silah patlıyor, çeteler mahkeme salonlarını dağıtıyor. Bunlar münferit olaylar değildir. Bunlar, adaletin inandırıcılığını, yargılamanın caydırıcılığını kaybettiği bir düzenin sonuçlarıdır.

Günlerdir televizyon ekranlarında magazinleştirilmiş sözde büyük davalar izliyoruz. Uyuşturucu, fuhuş, şantaj iddiaları birbirini kovalıyor. İktidar eliyle semirtilmiş sermaye grupları, iktidarla menfaatleri çatışınca ortaya dökülen karanlık ilişkiler ağına şahit oluyoruz. Toplum olarak gelinen nokta, çok acıdır. Türkiye'de, bir aile dışında, bütün aileler olağan şüphelidir. Bir kişi dışında hepimiz potansiyel suçluyuz. Geçtiğimiz 10 sene içinde izin verilen, yol verilen, göz yumulan siyasi bağlantılarla rahatça suç işleyen kim varsa gece başını yastığa huzurlu koyamaz haldedir. Suç ortaklarının birbiriyle olan savaşı başlamıştır. Elbette ki bu insanlar yakalanıp hakim önüne çıkartılmalıdır ancak şu anda yaşadığımız şeyin sebebini doğru anlamalıyız. Sürekli olarak ahlaksızlık üreten bu sistemi sorgulamak gerekiyor. Yasama ve yargıyı kendisine kukla yapan yürütme erkinin verdiği zararların sorgulanması gerekiyor. Aksi halde devletin yürüttüğü bir temiz eller operasyonundan değil, sadece gündüz kuşağı magazin programlarının ve 3. sayfa haberleri seviyesindeki yayından konuşmuş oluruz. Televole ahlakıyla yok olup gideriz. Televolecilerin de televole düzenini inşa edenlerin de mutlak suretle ortadan kaldırılması gerekiyor. Bir ülkede suç bu kadar görünür, adalet bu kadar sessiz olursa o ülkede hukuk değil, korku düzeni hakim olur.

Şimdi bu tabloya bir de infaz düzenlemesini ekliyorlar. Suça bulaşmış profesyoneller için kapılar aralanıyor ama kurallara uyan vatandaşın sırtına daha fazla yük bindiriliyor. Cinayet, yaralama, yağma artmışken toplumsal barış adına, suçlular yeniden sokağa salınıyor. Ama aynı devlet, emeklisine 'sabret' diyor, gencine 'bekle' diyor, işçisine 'idare et' diyor. İşte biz buna itiraz ediyoruz. Biz devleti, adaleti arıyoruz. Adalet, önce suçluyu caydırır. Adalet, önce kurallara uyanı korur. Suça ödül, temiz vatandaşa ceza veren hiçbir infaz anlayışını kabul etmiyoruz.

"İkinci baharını yaşaması gereken emekliler, bitmeyen bir kışa mahkum edilmiştir"

Hukukun çöktüğü yerde ekonomi düzelmez. Adaletin olmadığı yerde refah olmaz. Bir ülkede adalet çökerse ilk bedeli yoksullar öder. Bugün Türkiye'de emekliler, ucuz pansiyonlarda, otel odalarında, otogarlarda, acil servis bekleme salonlarında yaşamaya çalışıyor. Bu ülkenin yıllarca çalışmış, prim ödemiş, devletine güvenmiş insanları ısınmak ve barınmak için terminallere sığınıyor. Bu bir yoksulluk tablosu değil, sosyal devletin iflasıdır. Emeklilik artık dinlenme dönemi değil, hayatta kalma mücadelesidir. 2003 yılında ortalama emekli aylığı, asgari ücretin yüzde 36 üzerindeydi. Bugün, asgari ücretin yüzde 22 altına düşmüştür. Avrupa Birliği ülkelerinde emeklilere yapılan harcamaların Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya oranı yüzde 9.8 iken Türkiye'de bu oran yüzde 3.7'dir. Bugün emeklilerin yüzde 66'sı çalışıyor veya iş arıyor. Bu sistem, yaşlıyı yük, emekliyi masraf, insanı sayı olarak gören bir zihniyetin ürünüdür. İstirahat etmesi, ikinci baharını yaşaması gereken emekliler, bitmeyen bir kışa mahkum edilmiştir.

Uzun bir zamandır asgari ücreti konuşuyoruz. Sonunda içinde işçi sendikalarının bulunmadığı bir komisyonda asgari ücret belirlendi. Açlık sınırının 30 bin lira, bekar bir çalışanın aylık maliyetinin 40 bin lira, yoksulluk sınırının yaklaşık 100 bin lira olduğu Türkiye'de asgari ücret 28 bin 75 lira olarak ilan edildi. Bu bir utanç vesilesidir. Bu, vatandaşın açlığa ve sefalete mahkum edilmesidir. Bugün Türkiye'de asgari ücret, başlangıç maaşı değildir. Asgari ücret, Türkiye'nin ortalama ücretidir. Bu parayla ayın sonunu getirebilmek mümkün müdür? Abdullah Öcalan'ın şartlarını düzeltmek isteyenler, asgari ücretliyle emeklinin şartlarını akıllarının ucundan geçirmiyorlar mı? Şimdi birileri çıkıp diyecek ki:  'Size rakam söylemek kolay. Bu rakam ağır gelir, işveren ödeyemez, işletmeler batar. Biz sadece işçiyi değil, bu ülkenin katma değerini üreten küçük esnafını ve sanayicisini de düşünüyoruz' diyecekler. Yarattığınız sefaleti yöneterek iktidarda kalmanın yolunu arıyorsunuz. Cehaleti ve fukaralığı yöneterek ondan besleniyorsunuz. Enflasyon hedefine ulaşılana kadar işverenin ödediği SGK primini ve işsizlik sigortası işveren payını devlet üstlenmelidir. Asgari ücret Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmadan yeniden gözden geçirilmeli. İşçisine asgari ücretin üzerinde maaş veren veya istihdamını koruyan küçük esnafa elektrik, doğal gaz ve kira konularında vergi indirimi sağlanmalıdır.

Asgari ücret düşük tutuldukça sadece işçi değil, esnaf da küçük işletmeler de şirketler de aileler de batıyor. Herkes aynı yoklukta, herkes aynı yoksullukta eşitleniyor. Türkiye'de barınma bir hak değil, ayrıcalık haline gelmiştir. Kiralar maaşları yutmaktadır. Öğrenciler yurtsuz, memurlar evsiz, herkes mutsuz. Avrupa'nın yasakladığı tarım ilaçları sofralarımıza kadar geliyor. Borsada, milyonlarca küçük yatırımcının birikimi manipülasyon çetelerine göz göre göre yediriliyor. Devlet biliyor ama müdahale etmiyor. Bu arada iktidar, medyadaki borazanları eliyle Terörsüz Türkiye masalı anlatıyor. Gerçekte olan ise; gıdasız, evsiz, sahipsiz Türkiye'dir. Bu sahipsizlik ise sadece iç politikada değil, dış politikada da aynı ile vakidir.

"Sorun, caydırıcılığımızın yapılan stratejik tercihler sebebiyle bulanık hale getirilmesi"

Bir devletin gücü, sadece sınırlarını korumasıyla değil, tehditleri zamanında teşhis etmesi ve caydırıcı bir irade ortaya koymasıyla ölçülür. Son haftalarda yaşanan hadiseler ise tesadüf kelimesiyle geçiştirilemeyecek kadar ciddidir. Menşei belirsiz dronlar, şaibeli şekilde düşen bir kargo uçağımız, Türk bayraklı gemilerimize yönelik saldırılar derken karşımıza rastlantılar zinciri değil, riskli bir tablo çıkmaktadır. Bugün, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu sorun, askeri kapasite eksikliği değildir. Sorun, caydırıcılığımızın yapılan stratejik tercihler sebebiyle bulanık hale getirilmesidir. Bir tarafta parasını ödediğimiz halde alamadığımız F-35'ler, diğer tarafta alıp tam anlamıyla entegre edemediğimiz S-400'ler vardır. Ne tam NATO sisteminin içindeyiz ne de bağımsız bir hava savunma mimarisi kurabilmiş haldeyiz. Bu tabloyu eleştirmek devleti zayıflatmak değil, devleti ciddiye almaktır. Devleti yönetenleri de asgari ciddiyete çağırmaktır."

Kaynak: ANKA / Güncel