Haberler

Fetih suresi, Fetih suresi Türkçe ve Arapça okunuşu, Fetih suresi Türkçe meali (anlamı), Fetih suresi tefsiri nedir?

Güncelleme:

Fetih suresi için Peygamber efendimiz şöyle demiştir ''Bu gece bana, üzerine güneşin doğduğu ve her şeyden daha değerli ve güzel bir sûre indirildi. '' Fetih suresi Kur'an'daki 48. suredir ve 29 ayetten meydana gelmektedir. Fetih suresi için söylenen bu güzel sözleri merak eden Müslümanlar internette Fetih suresi Türkçe ve Arapça okunuşu, Fetih suresi Türkçe meali (anlamı), Fetih suresi tefsiri nedir? gibi soruları merak etmiştir.

Fetih suresi Hicretin 6. yılında Hudeybiye ant. sonra Medine döneminde indirilmiştir. Konusu Hudeybiye ant. değerlendirilmesi ve umre için niyet edip yola çıkan müminleri teselli etmek için indirilmiştir. Müslümanların ibadetini engelleyen müşrikleri bekleyen acı sonu da Fetih suresinde anlatmıştır Hak Teala. Bu kadar önemli ve faziletli olan Fetih suresi en çok araştırılan surelerden biri olmuştur.Fetih suresi Türkçe ve Arapça okunuşu, Fetih suresi Türkçe meali (anlamı), Fetih suresi tefsiri nedir? gibi soruları araştırmışlardır. Bu soruların cevapları haberimizde.

FETİH SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU

1. İnna fetahna leke fetham mübına

2. Li yağfira lekellahü ma tekaddeme min zembike ve ma teahhara ve yütimme nı'metehu aleyke ve yehdiyeke sıratam müstekıyma

3. Ve yensurakellahü nasran azıza

4. Hüvellezı enzeles sekınete fı kulubil mü'minıne li yezdadu imanem mea ımanihim ve lillahi cünudüs semavati vel ard ve kanellahü alımen hakıma

5. Li yüdhılel mü'minıne vel mü'minati cennatin tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ve yükeffira anhüm seyyiatihim ve kane zalike ındellahi fevzen azıyma

6. Ve yüazzibel münafikıyne vel münafikati vel müşrikıne vel müşrikatiz zannıne billahi zannez sev' aleyhim dairatüs sev' ve ğadıbellahü aleyhim ve leanehüm ve eadde lehüm cehennem ve saet masıyra

7. Ve lillahi cünudüs semavati vel ard ve kanellahü azızen hakıma

8. İnna erselnake şahidev ve mübeşşirav ve nezıra

9. Li tü'minu billahi ve rasulihi ve tüazziruhu ve tuvekkiruh ve tusebbihuhu bükreten ve ezıyla

10. İnnellezıne yübayiuneke innema yübayiunellah yedüllahi fevka eydıhim fe men nekese fe innema yenküsü ala nefsih ve men evfa bi ma ahede aleyhüllahe fe se yü'tıhi ecran azıyma

11. Se yekulü lekel mühallefune minel a'rabi şeğaletna emvalüna ve ehluna festağfir lena yekulune bi elsinetihim ma leyse fi kulubihim Kul fe mey yemlikü leküm minellahi şey'en in erade biküm darran ev erade biküm nefa bel kanellahü bima ta'melune habıra

12. Bel zanentüm el ley yenkaliber rasulü vel mü'minune ila ehlıhim ebedev ve züyyine zalike fı kulubiküm ve zanentüm zannes sev' ve küntüm kavmen bura

13. Ve mel lem yü mim billahi ve rasulihı fe inna a'tedna lil kafirıne seıyra

14. Ve lillahi mülküs semavati vel ard yağfiru li mey yeşaü ve yüazzibü mey yeşa' ve kanellahü ğafurar rahıyma

15. Se yekulül mühallefune izen talaktüm ila meğanime li te'huzuha zeruna nettebı'küm yürıdune ey yübeddilu kelamellah kul len tettebiuna kezaliküm kalellahü min kabl fe se yekulune bel tahsüdunena bel kanu la yefkahune illa kalıla

16. Kul lil muhallefıne minel a'rabi se tüd'avne ila kavmin ülı be'sin şedıdin tükatilunehüm ev yüslimun fe in tütıy'u yü'tikümüllahü ecran hasena ve in tetevellev kema tevelleytüm min kablü yüazzibküm azaben elıma

17. Leyse alel a'ma haracüv ve la alel a'raci haracüv ve la alel meriydı harac ve mey yütıılahe ve rasulehu yüdhılhü cennatin tecrı min tahtihel enhar ve mey yetevelle yüazzibhü azaben elıma

18. Le kad radıyallahü anil mü'minıne iz yübayiuneke tahteş şecerati fe alime ma fı kulubihim fe enzeles sekınete aleyhim ve esabehüm fethan karıba

19. Ve meğanime kesiraten ye'huzuneha ve kânallahü aziyzen hakiyma

20. Ve adekümüllahü meğanime kesiraten te'huzuneha fe accele leküm hazihı ve keffe eydiyen nasi anküm ve li tekune ayetel lil mü'minıne ve yehdiyeküm sıratam müstekıyma

21. Ve uhra lem takdiru aleyha kad ehatallahü biha ve kanellahü ala külli şey'in kadıra

22. Ve lev katelekümüllezıne keferu le vellevül edbara sümme la yecidune veliyyev ve la nesıyra

23. Sünnetellahilletı kad halet min kabl Ve len tecide li sünnetillahi tebdıla

24. Ve hüvellezı keffe eydiyehüm anküm ve eydiyeküm anhüm bi batni mekkete mim ba'di en azferaküm aleyhim ve kanellahü bi ma ta'melune basıyra

25. Hümüllezıne keferu ve sadduküm anil mescidil harami vel hedye ma'kufen ey yeblüğa mehılleh ve lev la ricalüm mü'minune ve nisaüm mü'minatül lem ta'lemuhüm en tetauhüm fe tüsıybeküm minhüm mearratüm bi ğayri ılm li yüdhılellahü fı rahmetihı mey yeşa' lev tezeyyelu le azzebnellezıne keferu minhüm azaben elıma

26. İz cealellezıne keferu fi kulubihimül hamiyyete hameyyetel cahiliyyeti fe enzelellahü sekınetehu ala rasulihi ve alel mü'minıne ve elzemehüm kelimetet takva ve kanu ehakka biha ve ehleha ve kanellahü bi külli şey'in alıma

27. Le kad sadekallahü rasulehür ru'ya bil hakk le tedhulünnel mescidel harame in şaellahü aminıne muhallikıyne ruuseküm ve mükassıriyne la tehafun fe alime ma lem ta'lemu fe ceale min duni zalike fethan karıba

28. Hüvellezı ersele rasulehu bil hüda ve dınil hakkı li yuzhirahu aled dıni küllih Ve kefa billahi şehıda

29. Muhammedür rasulüllah vellezıne meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve rıdvana sımahüm fı vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incıl ke zer'ın ahrace şat'ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukıhı yu'cibüz zürraa li yeğıyza bihimül küffar veadellahüllezıne amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran azıyma.

FETİH SURESİ TÜRKÇE MEALİ (ANLAMI)

1-3- Senin geçmiş gelecek bütün günahını Allah'ın bağışlaması, sana nimetini eksiksiz vermesi, seni dosdoğru yolda yürütmesi ve Allah'ın sana güçlü bir şekilde yardım etmesi için sana apaçık bir fetih ihsan ettik.

4- İmanlarına iman katsınlar diye müminlerin kalplerine huzur ve güven aşılayan da O'dur. Göklerin ve yerin askerleri yalnız Allah'a aittir ve Allah her şeyi bilmekte, yerinde yapmaktadır.

5- Böyle yapmıştır ki, mümin erkekleri ve mümin kadınları, orada devamlı kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere koysun ve onların kötü fiillerinin üstünü örtsün. Bu Allah katında (onlar için) büyük bir kazançtır.

6- Erkek olsun, kadın olsun, Allah hakkında kötü zan besleyen münafıkları ve müşrikleri de cezalandırsın. Kötülük ve belâ çemberi asıl onların boyunlarına geçmiştir. Allah onlara gazap etmiş, kendilerini lânetlemiş ve onlar için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir varış yeridir!

7- Göklerin ve yerin askerleri yalnızca Allah'a aittir; O sonsuz güç ve hikmet sahibidir.

8-9- Kuşkusuz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ki, (ey insanlar) Allah'a ve peygamberine iman edesiniz, O'nu destekleyip büyüklüğü karşısında eğilesiniz ve akşam sabah O'nu tenzih ederek anasınız.

10- Sana yeminle bağlılık sözü verenler gerçekte bu sözü Allah'a vermiş oluyorlar, Allah'ın eli onların elleri üzerindedir. Bu sebeple kim Allah'a verdiği ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur, Allah'a verdiği sözün gereğini yerine getirene ise Allah yakında büyük ödül verecektir.

11- Arap kabilelerinden savaşa katılmayanlar sana, gönüllerinde olmayanı dillerinin ucuyla söyleyerek, "Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu, bu yüzden Allah'ın bizi bağışlamasını iste" diyecekler. Onlara şöyle de: "Size bir zarar gelmesini isterse veya size iyilik etmeyi murat ederse, sizin için Allah'a karşı herhangi bir şey yapmaya kimin gücü yeter? Hayır! Allah bütün yaptıklarınızı bilmektedir;

12- Tam aksine siz, resulün ve müminlerin artık ailelerine hiç dönemeyeceklerini sandınız, bu gönlünüze hoş geldi. Kötü zanna kapıldınız ve kaybedenler siz oldunuz!"

13- Kim Allah'a ve resulüne iman etmezse bilsin ki biz, kâfirler için kavurucu bir ateş hazırladık.

14- Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir; dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Bununla beraber O, ziyadesiyle bağışlamakta ve çok esirgemektedir.

15- Ele geçirmek üzere ganimetlere doğru hareket ettiğinizde, savaştan geri duranlar, "Bırakın bizi, size katılalım" diyecekler. Onlar, Allah'ın hükmünü değiştirmek istiyorlar. De ki: "Asla bizim peşimize takılamayacaksınız, Allah sizin için daha önce böyle buyurdu." Bunun üzerine de "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz" diyecekler. Oysa onlar (işin hakikatini) kavramakta güçlük çekiyorlar.

16- Arkada kalan bu Arap kabilelerine de ki: "Yakında çetin güç sahibi bir topluluğa karşı çağrılacaksınız; ya kendileriyle savaşacaksınız yahut müslüman olacaklar. Bu çağrıya uyarsanız Allah size güzel bir karşılık verecek, daha önce olduğu gibi geri durursanız sizi acı bir şekilde cezalandıracak."

17- Gözü görmeyene zorlama yoktur, topala zorlama yoktur, hastaya zorlama yoktur. Kim Allah ve resulünün sözlerini dinlerse onları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar; kim de yüz çevirirse onu acı bir şekilde cezalandırır.

18-19- O ağacın altında sana bağlılık sözü verdikleri sırada o müminlerden Allah razı olmuştur; gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve güven vermiş, pek yakın bir fetihle ve elde edecekleri birçok ganimetle de kendilerini ödüllendirmiştir. Allah, izzet ve hikmet sahibidir.

20- Allah elde edeceğiniz birçok ganimeti size vaad etmiş ve başarıyı şimdi vermiş, insanların ellerini de üzerinizden çekmiştir ki, bunlar aynı zamanda iman edenlere bir kanıt olsun ve Allah sizi dosdoğru yola iletsin.

21- Henüz elde edemediğiniz başkaları da var. Kuşkusuz bunlar Allah'ın bilgisi ve gücü dahilindedir; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

22- Eğer kâfirler size karşı savaşsalardı arkalarını dönüp kaçacaklar, bu durumda bir koruyucu, bir yardımcı da bulamayacaklardı.

23- Bu Allah'ın öteden beri uygulanıp gelen kanunudur, Allah'ın kanununda bir değişiklik bulamazsın.

24- Mekke vadisinde size onları yenmeyi nasip ettikten sonra onların ellerini sizin üzerinizden, sizin ellerinizi de onların üzerinden çeken de O'dur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.

25- İnkâra sapan, sizi Mescid-i Harâm'a sokmayan, (yolda) engellenmiş kurbanları yerine ulaşmaktan alıkoyanlar da başkaları değil, onlardır. Eğer Mekke'de kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkekler ve mümin kadınlar olmasaydı, bunları bilmeden ezmeniz ve bu yüzden üzüntü ve zarara uğramanız ihtimali bulunmasaydı (Allah ellerinizi onların üzerinden çekmezdi). Dilediklerini rahmetine daldırmak için Allah böyle yapmıştır. Eğer birbirinden ayrılsalardı, inkâra sapmış olanlarına acı bir şekilde azap edecektik.

26- İnkâra sapmış olanlar o zaman kalplerini o gurura, Câhiliye dönemine ait büyüklenme duygusuna kaptırmışlardı, Allah da resulünün ve müminlerin gönüllerine huzur ve güven duygusu verdi, onları takvâ sözüne bağlı kıldı. Zaten onlar bu sözü hak etmişlerdi, onlar buna lâyıktı. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.

27- Allah, resulüne gerçeğe uygun rüyasında doğruyu bildirmiştir. Allah izin verirse hiçbir şeyden korkmaksızın, (umrenizi yaptıktan sonra) ya saçlarınızı kazıtarak veya kısmen kestirerek, güven duygusu içinde Mescid-i Harâm'a muhakkak gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilmektedir ve bundan başka hemen gerçekleşecek bir fethi de takdir buyurmuştur.

28- Bütün dinlerin üzerindeki yerini alsın diye resulünü doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen O'dur. Buna tanık olarak da Allah yeter.

29- O, Allah'ın elçisi Muhammed'dir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, Allah'ın lutuf ve rızâsına talip olarak hep rükûda ve secdede görürsün. Secdenin tesiriyle yüzlerine simaları oturmuştur; Tevrat'ta onlar için yapılan benzetme budur. İncil'deki misalleri ise bir ekindir: Çiftçileri sevindirmek üzere filiz verir, onu güçlendirir, kalınlaşır ve kendi sapları üzerinde durur. Onlar (müminler) yüzünden kâfirler öfkeden kahrolsunlar diye (böyle olmuştur). Onlar arasından iman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanlara Allah bir bağışlama ve büyük bir ödül vaad etmektedir.

FETİH SURESİ TEFSİRİ

1-7. AYET

Sûreye adını veren fethin Hudeybiye Antlaşması mı yoksa Mek­ke'nin fethi mi olduğu konusunda farklı değerlendirmeler vardır. Fetih kelimesinin "savaş yoluyla bir toprağı ele geçirmek" mânasında kullanıldığını dikkate alan tefsirciler burada, Mekke'nin fethinden söz edildiğini ileri sürmüşlerdir. Sağlam rivayetler yanında (Buhârî, "Tefsîr", 48/1) bu sûrede geçen ve yeri geldikçe açıklanacak olan işaretlere dayanan tefsirciler ise haklı olarak burada Hudeybiye sulhunun anlatıldığı kanaatine varmışlardır. Bunlara göre fetih kelimesi, bir çözüm getirdiği ve tıkanıklığı açtığı için sulh için de kullanılabilir. Ya da sebepten söz edip bununla sonucu kastetmek şeklindeki "mürsel mecaz" üslûbunun kullanıldığı düşünülebilir. Çünkü Hudeybiye sulhunun yol açtığı gelişmeler birden fazla fethi beraberinde getirmiştir: 1. Bu antlaşmadan sonra Hayber fethedilmiştir. 2. Mekkeli müşriklerle savaş ihtimali geçici olarak kalktığı için iki tarafın halkı birbirine gidip gelmişler, görüşmüşler, İslâm hakkında bilgi alışverişi yapılmış ve birçok müşrik ihtida etmiş, İslâm ile müşerref olmuştur. 3. İki yıl sonra on bin kişilik bir ordu ile Mekke üzerine yürüyen müminler burayı kolayca fethetmişlerdir. 4. Daha önceleri müslümanları muhatap kabul etmeyen ve çözümü savaşta arayan müşrikler ilk defa bu antlaşmada karşı tarafı tanımışlar, onlardan güvenlik talep etmişler, müslümanların o yıl yapmak istedikleri umre ibadetini bir yıl sonra gelip yapmalarını kabul etmişlerdir ( Kurtubî, XVI, 250 vd. Hudeybiye ile ilgili özet bilgi için bk. Bakara 2/194).

Bu fethin sağladığı faydalar, doğurduğu sonuçlar ilk üç âyette veciz bir şekilde açıklanmaktadır. 12. âyette işaret edildiği üzere bu sefere çıkmak, Mekkeli müşriklere bir mânada meydan okumak demekti, bu da bir cesaret meselesiydi. Bu yüzden münafıklar "Bunların işi bitti, müşrikler tamamını yok edecek" demişlerdi. Ancak 27. âyette sözü edilen rüyayı bir işaret ve emir sayan Peygamber efendimiz, çeşitli faydalarını da gözeterek, kendisine sadık 1500 kadar sahâbî ile bu meşakkatli ve tehlikeli seferi göze almışlardı. Başta hesap edilmeyen gelişmeler oldu; sahâbe sabır, cesaret, bağlılık ve fedakârlık imtihanlarına tâbi tutuldular. Bütün bunlar olurken ve olduktan sonra Allah Teâlâ'nın şu lutufları tecelli etti: 1. Hz. Peygamber, kendisinin dışında hiçbir ümmet ferdine bahşedilmeyen bir iltifata nâil oldu, "geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlanmış olduğu" rabbi tarafından ilân edildi. Esasen bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber de ismet (Allah tarafından günah işlemekten korunmuş olma) özelliğine sahiptir, dolayısıyla zaten günahsızdır. Şu halde Peygamberimizin, bağışlandığı bildirilen günahı, fiilen işlediği yahut işleyeceği bir günah olmayıp, beşer olması hasebiyle kendisinde bulunan günah işleme potansiyelidir. İsmet sıfatı, peygamberlerdeki bu potansiyel günah işleme imkânının fiiliyata geçmesini önleyen ilâhî bir koruma ve esirgemedir; âyetteki af bu anlamdadır. Bir önceki sûrenin tefsirinde geçen (Muhammed 47/19) farklı bir yoruma göre bu antlaşma ile Mekkeliler nezdinde suçlu (zenb kelimesinin suç mânası için bk. Şuarâ 26/14) ve ölüme mahkûm bulunan Hz. Peygamber bu antlaşma sonunda barış ve güvenlik antlaşmasının tarafı haline geldi, böylece müşrikler tarafından suçluluk hükmü kaldırılmış oldu. 2. En büyük nimet ve dosdoğru yol olan İslâm dini sulh ortamında tamamlanarak yayılma imkânı buldu. 3. Yolculukta, sulh müzakerelerinde ve dönüşte Allah'ın büyük yardımları görüldü.

Peygamberler ümmetlerine örnek olduklarından Allah onları günah işlemekten korumuştur. Buna rağmen Peygamber efendimiz gece gündüz nâfile ibadetler yaparak ve özellikle çok namaz kılarak, hem bu konuda da ümmetine örnek olmuş hem de ibadetin cennet ümidi veya cehennem korkusundan değil, Allah buna lâyık olduğu, kul bununla mânevî hayat ve huzur bulduğu için yapılacağını göstermiştir. Nitekim kendisine, günahlarının peşinen bağışlanmış olduğu hatırlatılarak niçin bu kadar çok namaz kıldığı sorulduğunda şu cevabı vermişlerdir: "Elimden geldiğince Allah'a şükreden bir kul olabilmem için" (Buhârî, "Tefsîr", 48/2; peygamberlerin günahsızlığı (ismet) konusunda geniş bilgi için bk. Mehmet Bulut, "İsmet", DİA, XXIII, 134-136).

4. âyette müminlere, olağan üstü sıkıntılı durumlarında Allah'ın moral yardımından söz ediliyor, arkasından da O'nun askerlerinden bahsediliyor. Öyle anlaşılıyor ki bu askerlerden maksat, müminlerin yanında olan ve ilâhî yardımı onlara ileten meleklerdir. Buna göre 7. âyette zikredilen askerler ise ilâhî cezayı icra eden melekler olmalıdır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 65-67

8-10. AYET

Hz. Peygamber'in, Câhiliye kültür ortamı içinde yetişmiş olmasına rağmen ortaya koyduğu kişilik ve ahlâk, tebliğ ettiği dinin Allah'tan olduğuna canlı ve güçlü bir tanıktır. Onun eğitim kurallarına uygun uyarıları, müjdeleri, açıklamaları insanları etkilemiş; Allah'a iman ve yalnızca O'na ibadet etmelerine, O'nun dinini desteklemelerine, uğrunda canlarını ve mallarını ortaya koyarak çaba göstermelerine sebep olmuştur.

Bazı tefsirciler, 9. âyetteki zamirlerin kime yönelik bulunduğu konusunda farklı bir anlayış ileri sürmüş, "O'nu tenzih ederek..." kısmındaki "O" zamirinden maksadın Allah olduğunu, diğer iki zamirin ise Pey­gamber efendimize ait bulunduğunu ifade etmişlerdir. Bu son yoruma göre, "büyüklüğü karşısında eğilesiniz" kısmını "O'na saygı gösteresiniz" diye çevirmek gerekecektir.

18. âyette ek bilgiler de verilerek tekrar değinilecek olan, "yeminle bağlılık sözü"nün Arapça'daki karşılığı biattır (bey'at). 10. âyetteki ilgili fiil de bu köktendir. Buradaki biattan maksat, meşhur Hudeybiye biatıdır. Hz. Peygamber bu sûrenin 27. âyetinde bahsi gelecek bir rüyası üzerine hicrî 6. yıl Zilkadesinin başında (Mart 628), 1500 kadar sahâbî ile umre ibadeti yapmak üzere yola çıkmış, Mekke'nin 17 km. batısında yer alan Hudeybiye'ye gelip konaklamıştı. Daha önce bilgi almak üzere gönderilen görevliler, Mekkeli müşriklerin müslümanları engelleme kararı aldıkları ve bu maksatla Hâlid b. Velîd'i 200 kişilik bir güçle yola çıkardıkları haberini getirmişlerdi. Hz. Peygamber maksadını açıklamak ve ziyaret izni almak üzere önce Hırâş'ı, onun kötü karşılanması hatta ölüm tehlikesi geçirmesi üzerine, Mekkeliler arasında yakınları ve itibarı bulunan Hz. Osman'ı Mekke'ye elçi olarak gönderdi. Bir müddet sonra onun müşrikler tarafından öldürüldüğü haberi geldi. İşin renginin değiştiğini ve savaş ihtimalinin belirdiğini gören Resûlullah, ashabından biat almayı uygun buldu. Oradaki bir mugaylân veya sakız ağacının (şeceretü'r-rıdvân) altında, teker teker ellerini tutarak 1500 kişi ile biatlaştı; yani her bir sahâbî Peygamberimize bağlılık ve itaat sözü verdi. Bu biatta söz verilirken neyin üstlenildiği konusunda "cihad, itaat, ölüm pahasına sebat ve sabır" gibi ifadeler nakledilmiştir (Müslim, "İmâre", 41, 42, 80). Bu biatı haber alan Mekkeliler telâşa kapılarak Süheyl b. Amr başkanlığında bir heyet gönderdiler. Hz. Peygamber düşmanı azaltmak ve güneyi emniyete almak, Mekkeliler ise ticaret yollarını açmak için bir barış istiyorlardı. Tartışmalardan sonra "müslümanların o yıl geri dönüp ertesi yıl umre için gelmeleri, Mekkeli bir kimse kaçıp Medine'ye sığınırsa istendiği takdirde iade edilmesi, aynı şey Medine'den Mekke'ye olursa geri verilmemesi, diğer Arap kabileleri ile tarafların serbestçe antlaşma yapabilmeleri, üçüncü bir tarafla savaş yapılması halinde antlaşmanın ikinci tarafının pasif kalması" üzerinde antlaşma sağlandı ve on yıllık bir antlaşma imzalandı (Muhammed Hamîdullah, "Hudeybiye Antlaşması", DİA, XVIII, 297-299 ).

Birçok âyette resulüne itaat edenin Allah'a itaat etmiş olacağı ifade buyurulmuştur. 10. âyette de Allah'ın elçisi olan peygambere itaat gibi ona biat da dolaylı olarak Allah'a verilmiş bir bağlılık ve itaat sözü olarak değerlendirilmektedir.

11-14. AYET

"Savaşa katılmayan Arap kabileleri", Medine civarında yaşayan Gıfâr, Müzeyne, Cüheyne, Eşca', Eslem ve Dîl isimli bedevî gruplarıdır. Bunlar daha önce Hz. Peygamber'le beraber sefere çıkma sözü verdikleri halde, imanları kişiliklerine yansımadığı, henüz şuur ve kararlarına yeterince hâkim olmadığı, müminlerin de bu seferden sağ kalarak dönemeyeceklerini sandıkları için sözlerinde durmadılar. Sonradan kendilerine hesap sorulunca da hayvanları ile çoluk çocuklarının bakımını bahane ettiler.

Tevbe sûresinde (9/81-85), Tebük Seferi'ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmiş; Hz. Peygamber'in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi emredilmiş, ölenle­rin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlara karşı bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi istenmiştir. Burada geçen "savaşa katılmayanlar" ile orada geçenlerin aynı olduğunu; bunlardan münafıkların kastedildiğini düşünenler olmuşsa da, ileride açıklaması gelecek olan 16. âyet bu anlayışa mânidir. Ayrıca Tebük Harbi Hudeybiye'den üç yıl sonra olmuştur. Hudeybiye seferine katılmadıkları için kınanan, uyarılan, kendilerine öğüt verilen ve ceza olarak da "Hayber Savaşı'na katılmaktan mahrum bırakılan" gruplar, münafıklar değil, yeni iman etmiş fakat yeterince eğitim görmemiş bedevîlerdir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 71-72

15. AYET

Hz. Peygamber Hudeybiye'den dönünce bir iki ay kadar Medine'de kalmış, hicrî 7. yılın başında, kuzey bölgesinin güvenliğini bozan Hayber yahudilerini egemenliği altına almak üzere buraya bir sefer düzenlemiştir. Üslûptan anlaşıldığı üzere bu âyetler indiğinde henüz Hayber seferine çıkılmamıştı. Allah Teâlâ hem yakında düzenlenecek bir seferi ve bu seferin zaferle sonuçlanacağını, müslümanların ganimet elde edeceklerini bildirmekte hem de Hudeybiye seferine, meşrû mazeretleri bulunmadığı halde katılmamış olan gruplara bu sefere de katılamayacaklarını tebliğ etmektedir. Bu emir ve tâlimat âyette "Allah'ın sözü" olarak ifade edilmiş ve onlar istese de değişmeyeceği bildirilmiş; Hayber Savaşı'na, Habeşistan'dan dönen muhacirler dışında, yalnızca Hudeybiye seferine katılanlar iştirak etmişlerdir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 72

16. AYET

Yukarıda da işaret edildiği gibi Hudeybiye seferine katılmayanlara, Hayber Savaşı'na olmasa da "ileride çetin bir düşmana karşı yapılacak bir savaşa çağırılacakları"nın bildirilmesi, onların münafıklar olmadığını gösteren delillerden biridir. Müminlerin kendileriyle savaşmaya çağırılacakları bu çetin ve güçlü düşmanın hangisi olduğu konusunda farklı belirlemeler yapılmış; Huneyn'de savaşılan Sakîf ve Hevâzin, Hz. Ebû Bekir ve Ömer zamanında kendileriyle savaşılan mürtedler, İran, Bizans gibi isimler ileri sürülmüştür. Meâlde geçen "Ya kendileriyle savaşacaksınız yahut müslüman olacaklar" cümlesi bu çetin düşmanı belirlemede önemli bir ipucu vermektedir. Bilindiği gibi Ehl-i kitap ile müslümanlar üç farklı ilişki içinde bulunabilirler: İslâm'a davet, savaş, vergiye ve diğer şartlara bağlı barış ve antlaşma. Arap müşrikleri ile mürtedlere gelince seçenek ikiye inmektedir: Ya müslüman olacaklar ya da savaşı göze alacaklar. Şu halde âyette sözü edilen çetin ve güçlü düşman ya Arap müşrikleri ya da mürtedlerdir (Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, IV, 1705).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 72-73

17. AYET

Mazeretsiz olarak haklı savaşa katılmamak hem hukukî hem de dinî ve ahlâkî bakımdan önemli bir ihlâl ve itaatsizliktir; başka bir deyişle günahtır ve suçtur. Bunu ortaya koyan ifadelerden sonra ve önce, engellilik, hastalık gibi mazeretlerle savaşa katılmayanların müstesna olduğu, onların maddî ve mânevî müeyyidelere konu olmadığı açıklanarak ilgililer rahatlatılmış ve teselli edilmiştir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 73

18-19. AYET

Hudeybiye'de hayatları pahasına da olsa Hz. Peygamber'i destekleyeceklerine, savaşıldığı takdirde kaçmayacaklarına yemin eden sahâbîler Allah'ın rızasına (rıdvân) nâil olmuşlar, ayrıca bu hoşnutluğunu yüce Mevlâ kitabında zikrettiği için Kur'an var olduğu ve okunduğu sürece hayırla ve gıpta ile anılma şerefine ermişlerdir.yette zikredilen hoşnutluğun Arapçası "rıdvân" olduğu için bu yeminli söz vermenin (biatın) adına "bey'atü'r-rıdvân" da denilmiştir. Altında biatın yapıldığı ağaç da bu olaydan sonra "şeceretü'r-rıdvân" adını almıştır.

Müşriklerin kendilerini engelleme kararı aldıklarını öğrenince Hz. Ömer'in ikazı üzerine arkadan silâh da getirtilmişti. Müslümanlar, başlangıçta yanlarına silah bile almadan, hem hasret gidermek hem de umre ibadeti yapmak üzere yola çıkmışlar; üstelik Peygamberimizin 27. âyette zikredilen bir rüyasını umrenin hemen gerçekleşeceği şeklinde yorumlamışlardı. Bütün bunlardan sonra yolları kesilip umreleri engellenince nasıl bir moral bozukluğuna, kafa karışıklığına ve isyan duygusuna kapıldıklarını kestirmek zor değildir. Ama Allah "onların gönüllerinde olanı", yani içine düştükleri huzursuzluk ve bunalımı bildiği için derhal rahmet kapılarını açmış, yüreklerine su serpmiş, heyecan ve öfkelerini huzur ve tatmin duygusuna çevirmiştir. Bu gelişmelerden en fazla etkilenen Hz. Ömer, Peygamber efendimizin ve Hz. Ebû Bekir'in açıklamaları üzerine sakinleşmiş, heyecanla söylenmiş sözlerinden dolayı da pişman olmuş, telâfi için ibadetler yapmış, sadakalar dağıtmıştır. "Gönüllerde olanı" iman, ihlâs ve bağlılık olarak yorumlayanlara göre de Allah, ashabın heyecan sebebiyle normal tepki sınırlarını zorlayan davranışlarını gönüllerindeki iman ve sevgi sayesinde bağışlamış, heyecanlarını teskin etmiştir.

Sûrenin başında geçen fetih Hudeybiye sulhu idi, 18. âyette zikredilen yakın fetih, ileride gerçekleşecek, Medine yakınlarında yahudilerin yerleşim merkezlerinden biri olan Hayber'in fethidir, 19. âyette sözü edilen ganimet de Hayber'de elde edilecek savaş ganimetidir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 75-76

20. AYET

yetteki "başarı" diye açıkladığımız "şu" anlamına gelen "hâzihî" kelimesi, Hudeybiye barışı veya Hayber zaferi ve orada elde edilecek ganimetler şeklinde açıklanmıştır.

yetteki "İnsanların ellerini üzerinizden çekmiştir" ifadesi tek taraflı, 24. âyette ise "sizinkini onlardan, onlarınkini sizden" şeklinde çift taraflı olarak zikredilmiştir. Tarihte gerçekleşen olaylara bakarak tefsirciler burada geçen korumayı, müslümanlar Mekke'ye hareket ettikten sonra kuzey komşuları olan Hayber yahudileri ile bazı müşrik Arap kabilelerinin fırsattan istifade ederek Medine'ye hücum etmelerinin Allah tarafından engellenmesi olarak yorumlamışlardır. 24. âyetteki engelleme ise Hudeybiye'de olmuş, hem müşriklerin birkaç kere teşebbüs ettikleri baskın hem de müslümanların savaşa karar vermeleri engellenmiş, iki tarafın da birbirine zarar vermelerine imkân tanınmamıştır. Bu fetih müjdeleri, gerçekleşen fetihler, elde edilen ganimetler, düşmanın zararlı olacak teşebbüslerinin engellenmesi, müminlerin

sabır ve gayretleri yanında ve bundan da ziyade Allah'ın lutfudur. Bu lutfun hikmet ve gerekçesi ise müminlerin imanlarını yaşanan kanıtlarla güçlendirmek ve doğru yolda sebat edip ilerlemelerini sağlamaktır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 76-77

21. AYET

Tefsirlerde genel olarak müslümanların ileride kazanacakları zaferler ve sağlayacakları imkanların kastedildiği belirtildiği gibi, özellikle Hayber'de elde edilecek başarıya işaret edildiği yorumu da yapılmıştır.

22-23.AYET

Allah müminlere yardım etmeyi murat ettiği için, meselâ onlar Hudeybiye seferinde iken yahudiler veya müşrikler Medine'ye hücum etselerdi bile Allah'ın izin ve yardımı ile yenilecek, geri dönüp kaçacaklardı. Çünkü Allah, peygamberlerini insan topluluklarına gönderirken onlara dini tebliğ etme ve bir çekirdek ümmet oluşturma fırsatı da vermektedir; O'nun sünneti, âdeti, kanunu budur ve değişmezdir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 77

24-26. AYET

Hudeybiye Mekke'ye 17 kilometredir, –günümüzde de Mekke'de oturanların umre için mîkat yeri olan– Ten'îm ise 8 kilometredir. Mekke şehir sınırının yakınlarında, Ten'îm ve Hudeybiye'de, yani Mekke'nin neredeyse içinde veya –bir başka açıklamaya göre Hudeybiye aşağıda, vadide olduğu için– Mekke'nin aşağısında birkaç defa düşmanın özel harekat ve baskın güçleri yakalanmış, fakat barışı olumsuz etkilememesi için serbest bırakılmışlardır. O zamanlar müşrik olan Hâlid b. Velîd komutasında 200 kişilik bir güç, Usfân önünde bulunan Gamîm isimli bir tepeyi siper alarak mevzilenmiş ve müslümanlar namazda iken ansızın hücum etmeyi planlamışlardı. Müslümanlar öğle namazına niyetlendiler, sonra vazgeçip ikindiye bıraktılar. Hz. Peygamber ikindi namazını salâtü'l-havf (tehlike halinde namaz) usulü ile kıldırdığı ve böylece yüzleri düşman tarafına dönük bulunduğu için Hâlid, "Bu adam korunmaktadır" diyerek kararını gerçekleştiremedi (Mustafa Fayda, "Hâlid b. Velîd" , DİA, XV, 289-292).

Müşrikler, Kâbe'yi ziyarete gelenleri engellemek şöyle dursun onlara hizmet vermek şeklinde yerleşmiş bulunan geleneklerine aykırı olmasına rağmen, Câhiliye psikolojisinin, büyüklük kompleksinin, müslümanlara karşı kalplerinde besledikleri kin ve düşmanlık duygusunun etkisinde kalarak Medine'den gelen müminlerin Mescid-i Haram'ı ziyaretlerini engellediler; yanlarında getirdikleri yetmiş kadar kurbanlık devenin kesim yerine ulaştırılıp kurban edilmesine de mâni oldular. Peygamber efendimiz bulundukları yerde kurbanlarını kesip ihramdan çıkabileceklerini söyledi ise de, müslümanlar bir müddet şaşkınlık ve tereddüt geçirerek bunu yapmadılar ve onu üzdüler. Eşi Ümmü Seleme'nin tavsiyesine uyarak Hz. Peygamber kurbanını kesince işin ciddiyetini anlayan sahâbe bu defa acele ve heyecanla emri yerine getirmeye koyuldular (Müsned, IV, 323-326; Kurtubî, XVI, 270). Sahâbenin ahlâkı, edebi, Hz. Peygamber'den aldıkları eğitimi, Allah ve resulünün emirlerine tereddütsüz ve ertelemesiz teslim olmayı kaçınılmaz kılıyordu ve genellikle de böyle yaparlardı. Hudeybiye'de olup biten gerilime iki şey sebep olmuştu: a) Peygamber efendimizin gördüğü rüyaya dayanarak –o yıl gerçekleşeceği açıklanmadığı halde– ziyaretin hemen gerçekleşeceğine inanmaları, rüyayı eksik yorumlamaları, b) Mekke'yi ve Kâbe'yi özlemiş oldukları ve ona çok yaklaştıkları halde haksız olarak engellenmeleri karşısında öfke ve heyecanlarını kontrol edememeleri. Ama Allah'ın mânevî yardımı, Hz. Peygamber'in de kararlı tutumu sayesinde bu heyecan fırtınası yatıştı, sahâbe asıl çizgilerinin gerektirdiği davranışa döndüler ve her şey yoluna girdi.

Peygamberimizin ve ashabının kestikleri kurbanlar nâfile kurbanlar idi; çünkü tek başına umre ibadetinde kurban gerekli (vâcip) değildir. Hudeybiye'nin Harem bölgesi mi, serbestlik (Hill) bölgesi mi olduğu tartışılmıştır; Hanefîler'e göre bir bölümü Harem bölgesine dahildir. Hac ve umre kurbanı Harem bölgesinin her yerinde kesilebilir. Ancak hac kurbanının Mina'da, umre kurbanının ise Merve'de kesilmesi müstehaptır. Günümüzde Merve'de kurban kesme imkânı ortadan kalk­mıştır.

Hudeybiye'de engellenen müminlerin, Mekke'de ya kendilerini henüz tanımadıkları veya bulundukları yerleri bilmedikleri müslümanlar vardı. Eğer savaşa karar verip Mekke'ye hücum etselerdi, kurunun yanında yaş da yanacak, bilmeden birçok müslümanın kanına girilecekti. Allah buna razı değildi, Mekke'nin daha uygun şartlarda ve kutsallığına yaraşır şekilde kan dökülmeden fethedilmesini takdir buyurmuştu, nitekim iki yıl sonra fetih böyle gerçekleşti.

Mekke'de müşriklerin içinde yaşayan müminler de bulunduğu için savaşın Allah tarafından engellenmiş olması fıkıhçıları, gerektiğinde düşmanı yenmek, tehlikeyi ortadan kaldırmak için böyle bir durumda savaşa girmenin câiz olup olmadığı konusunu tartışmaya yöneltmiştir. Ebû Hanîfe ve Süfyân es-Sevrî'ye göre başka çare bulunmaması halinde büyük zararı küçük zarar karşılığında önlemek için taarruz yapılır, bu arada müslümanlar da isabet alabilir. Mâlik ve Şâfiî'ye göre ise haram olan bir şeyi araç yaparak mubah olan bir sonuca ulaşmak câiz değildir. Meselâ müslüman esirlerin ölmesi pahasına bir kaleye hücum etmektense bundan vazgeçmek gerekir. Kurtubî iki grubun ittifak etmeleri gereken bir durumu şöyle dile getirmektedir: Ortada bütün müslümanları veya o bölgedeki müslümanların tamamını ilgilendiren küllî (genel) ve kesin bir zorunluluk varsa az sayıda müslümanın ölmesi ihtimali göze alınarak tehlike defedilmelidir; buna kimsenin itirazı olamaz. Müslüman esirleri siper yaparak müslümanların kalelerine veya mevzilerine doğru ilerleyen düşmana atış yapılma zarureti konumuza bir örnektir (Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, IV, 1708; Kurtubî, XVI, 274).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 77-79

27. AYET

Rivayet tefsirlerinin ve siyer kitaplarının ortaklaşa verdikleri bilgiye göre Hz. Peygamber Hudeybiye'ye gelmeden önce veya burada iken rüyasında Mekke'ye girdiklerini ve burada tıraş olduklarını görmüş, bunu da ashabına anlatmıştı. Rüyayı işitenler hemen bu seferde Mekke'ye gireceklerini ve umre yapıp tıraş olacaklarını zannettiler, rüyayı böyle yorumladılar. Olaylar farklı gelişip barış ve antlaşma yaparak geri dönme kararı verilince münafıklar rüya olayını kullanarak kafaları karıştırmak üzere harekete geçtiler, bazı müminlerin de kafalarında tereddütler oluştu. Hz. Peygamber'e gelip durumu sordular; o da "Ben bu yıl olacak demedim, rüyada da bu yıl olacağını görmedim" dedi. Hz. Ebû Bekir de aynı şeyi söyledi. Heyecan yatıştıktan sonra gelen bu âyet bir yandan Hz. Peygamber'i tasdik etmekte, diğer yandan da yakında gerçekleşecek bir fethin müjdesini vermektedir. Bu fetih için Hayber fethi diyenler çoğunlukta olmakla beraber, Hudeybiye veya Mekke'nin fethi şeklinde açıklayanlar da olmuştur (Müsned, IV, 328-331; İbn Kesîr, VI, 337 vd.; Kurtubî, XVI, 276 vd.).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 80

28. AYET

Daha önce Tevbe sûresinde (9/33) açıklanan bu âyet, Mâide sûresinde geçen (5/48), Kur'an'ın "müheymin" niteliği ile de yakından ilgilidir. Hepsi aynı kaynaktan gelen ilâhî dinlerin sonuncusu olan İslâm'ın kitabı Kur'an müheymindir; yani önceki kitaplarla ilgili olarak neyin gerçek, neyin gerçek dışı olduğuna şahitlik eden, onları koruyan, gözeten, denetleyen ve düzelten bir kitaptır. Kur'an-ı Kerîm bizzat yüce Allah'ın korumasında olup tahrifat ve bozulmadan korunduğu gibi (bk. Hicr 15/9) diğer kitapların iman ve amel edilmesi gereken bölümlerini de yok olmaktan korumaktadır. Kur'an onların öğretileri kaybolmasın, boşa gitmesin diye onları korur, Allah kelâmı olduklarına dair şahitlik eder, insanların yapmış olduğu katmalardan, te'vil ve tahrifattan onları arındırır; onları tasdik ve teyit eder. Bu konuda kendisine başvurulacak bir kaynaktır. Kitap olarak Kur'an, din olarak da İslâm diğer kitapların ve dinlerin ilâhî ve yürürlükte olan kısmını olmayanından ayırma ölçütü olunca tabii olarak mevcut dinlerin üstünde bir yere de sahip bulunmaktadır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 81-82

29. AYET

Cümleyi âyetin başından başlatarak "Muhammed Allah'ın elçisidir" şeklinde bir çeviri yapmak da mümkündür. Ancak bir önceki âyetle bağlantı kurarak, "Elçisini doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen..." cümlesinde vazifesine vurgu yapılan ve "Kim bu elçi?" sorusunu akla getiren ifadeye cevap olarak anlamak da mümkündür ve tercümede bu ikincisi tercih edilmiştir (bk. İbnşûr, XXVI, 202).

Hudeybiye biatı sebebiyle önemli bir kısmından Allah'ın razı olduğu bildirilen ashabın burada tamamı ile ilgili övücü bir açıklama daha yapılmaktadır. Hz. Peygamber'i malları ve canlarıyla destekleyen, seven, hayatlarının merkezine alan sahâbe (mümin olarak onu gören ve yeterli bir süre yanında bulunan, eğitiminin etkisinde kalan insanlar) gönüllerini de Allah rızasına tahsis etmişlerdir; nefretleri ve sevgileri şahsî çıkar ve arzularına değil, O'nun rızasına göre değişmektedir. Onlar, İslâm'a ve peygambere düşman olanlara karşı gerektiğinde sert ve acımasız olurken kendi aralarında kardeşler gibi yaşamakta, birbirlerine sevgi ve şefkat göstermektedirler. Gayri müslimlere karşı tavır ve davranışla ilgili diğer âyetler (meselâ Mümtehine 60/8) göz önüne alındığında, Hz. Peygamber devrindeki Arap müşriklerine karşı acımasız davranmanın bütün gayri müslimleri kapsamadığı, müminlere inançları yüzünden baskı yapmayan, onları yurt ve yuvalarından çıkarmayanlara, İslâm'ın genel amaçları ve yüksek ahlâk ilkeleri çerçevesinde davranılacağı anlaşılmaktadır, uygulama da genellikle böyle olmuştur.

Sîmâ Türkçe'ye de geçmiş bir kelimedir, sözlük mânası "alâmet, nişan, yüz özelliği, fizyonomi"dir. Burada geçen sima üç şekilde yorumlanmıştır: a) Secdeden meydana gelen maddî iz, alındaki siyahlık, b) Yine secde sebebiyle oluşan mânevî iz, yüzdeki nur,

c) Kıyamette namaz kılanların, secde edenlerin tanınmasını sağlayan yüz işareti. Bize göre bu yorumların biri diğerine zıt düşmemekte, birbirini tamamlamaktadır; sahâbe gibi çokça namaz kılan ve secde edenlerde bu üç işaretin birden oluşması ve bulunması mümkündür. 29. âyet meâlinin buraya (yani "Tevrat'ta onlar için yapılan benzetme budur" cümlesine) kadar olan kısmı, sahâbenin Tevrat'ta bulunan tanımıdır. Bizim "İncil'deki misalleri ise..." diye ayırdığımız kısmı da buraya bağlayarak, "Şu onların hem Tevrat'taki hem İncil'deki temsilleridir..." şeklinde çevirenler ve daha sonra gelen tohum misalini her iki kitapta geçen tek misal olarak verenler de olmuştur (bk. Esed, III, 1052).

İbnşûr eldeki Tevrat üzerinde yaptığı araştırma sonunda, yukarıdaki tasvire yakın bulduğu şu pasajı nakletmiştir: "Rab Sînâ'dan geldi ve onlara Seir'den doğdu, Paran dağından parladı ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi, ... gerçek sıptları sever ..." (Tesniye, 33/1-3). Paran (Fârân) dağı Mekke tarafındadır, "bütün sıptları sever" cümlesi de konumuz olan âyetteki "birbirlerine karşı merhametli" ifadesine yakındır (XXVI, 207).

İncil'deki örneğe, yine bugün elde bulunan İnciller'in içinde en uygun düşen parça ise şudur: "Ve Îsâ onlara mesellerle çok şeyler söyleyerek dedi. İşte, ekinci tohum ekmeğe çıktı ve ekerken bazıları yol kenarına düştü ... ve başkaları iyi toprak üzerine düştü, bazısı yüz, bazısı altmış, bazısı otuz kat semere verdiler. Kulakları olan işitsin" (Matta, 13/3). Bu örnekte Hz. Peygamber çiftçidir; o, İslâm tohumunu Hatice, Ebû Bekir, Ali, Zeyd gibi temiz topraklara yani temiz kalplere, yetenekli zihinlere ekmiştir. Bu birkaç kişinin imanı ile başlayan İslâmlaşma kısa zamanda çığ gibi büyümüş, önceleri başkalarının destek ve himayesine muhtaç olan müslümanlar giderek güçlenmiş ve kendi ayakları üzerinde durmaya, eğriyi doğrudan, hakkı bâtıldan ayırma kabiliyetini kaybetmemiş insanları kendilerine imrendirmeye başlamışlardır; bu gelişme, inkârla şartlanmış olanların da kin ve nefretlerini arttırmıştır.

Kur'an'ın, dolayısıyla İslâm'ın asıl amacı insanlara doğru yolu göstermek, dünyada bütün insanlık için örnek olacak bir topluluk yetiştirmek, onlar sayesinde erdem topluluğunun dünya görüşünü ve hayat düzenini insanlığa sunmak ve hür iradeleriyle ona tâbi olmalarını, onların izlediği yolu izlemelerini teşvik etmektir. Savaşlar ve fetihler amaç olmayıp adalet, hürriyet ve faziletin hâkim olduğu bir dünya düzeni oluşturmanın araçlarıdır. Fetih sûresi belirtilen amaca vurgu yaparak son bulmaktadır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 82-83

Osman Demir
Haberler.com - Gündem

Haberler

Bakmadan Geçme

4. eleme adayı kim oldu? Survivor haftanın eleme adayları ki potada kimler var 9 Mayıs Perşembe? 9 Mayıs2024 Resmi Gazete ATAMA KARARLARI! Bugünün kararları neler? 9 MayısResmi Gazete yayımlandı! 32266 sayılı Resmi Gazete atamalar listesi! Son Depremler! Bugün İstanbul'da deprem mi oldu? 9 Mayıs AFAD ve Kandilli deprem listesi! 9 Mayıs Ankara'da, İzmir'de deprem mi oldu? 9 Mayıs Konya'da elektrik kesintisi yaşanacak ilçeler! (GÜNCEL) MEDAŞ Konya elektrik kesintisi ne zaman bitecek? 9 Mayıs Gaziantep elektrik kesintisi! GÜNCEL KESİNTİLER Gaziantep'te elektrikler ne zaman gelecek? Gaziantep'te elektrik kesintisi! 9 Mayıs İstanbul elektrik kesintisi! ELEKTRİKLER NE ZAMAN GELECEK? İstanbul'da elektrik kesintisi! 9 Mayıs 2024 Antalya elektrik kesintisi! GÜNCEL KESİNTİLER Antalya'da elektrikler ne zaman gelecek? Süper Loto sonuçları açıklandı mı? 9 Mayıs Süper Loto kazanan numaralar neler? Süper Loto sonuçlarına ne zaman, nereden bakılır? 9 Mayıs Manisa elektrik kesintisi! GÜNCEL KESİNTİLER! Manisa'da elektrik ne zaman gelecek? Manisa'da elektrik kesintisi! 9 Mayıs İzmir GEDİZ elektrik kesintisi! GÜNCEL KESİNTİLER! İzmir'de elektrik ne zaman gelecek? İzmir'de elektrik kesintisi! 9 Mayıs Ankara elektrik kesintisi! GÜNCEL KESİNTİLER! Ankara'da elektrikler ne zaman gelecek? Ankara'da elektrik kesintisi! 9 Mayıs Adana elektrik kesintisi! GÜNCEL KESİNTİLER Adana'da elektrikler ne zaman gelecek? Adana'da planlı elektrik kesintileri! Beşiktaş Trabzonspor maçı ne zaman ZTK 2024? Bayern Münih elendi mi? Real Madrid-Bayern Münih maçı ne oldu, kim elendi? Sampiyonlar Ligi finali nerede oynanacak 2024? Wembley hangi takımın sahası?
500
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title