İstanbul: "AB Eşiğinde Türkiye" Konulu Panel
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, Türkiye'nin AB'ye İhtiyacı Olduğu Kadar, AB'nin de Türkiye'ye İhtiyacı Olduğunu Söyleyerek, "Türkiye AB'ye Girmelidir; Ama AB'ye Mecbur ve Mahkum Değildir" Dedi.
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, Türkiye'nin AB'ye ihtiyacı olduğu kadar, AB'nin de Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu söyleyerek, "Türkiye AB'ye girmelidir; ama AB'ye mecbur ve mahkum değildir" dedi.
Avrasya Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (ASİAD), "AB Eşiğinde Türkiye" konulu paneli, Swissotel yapıldı. Panele DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, Prof. Dr. Burhan Kuzu, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Cemal Nadi Aytuğ ve Prof. Dr. Gürsel Öngören, katıldı. Panelde bir konuşma yapan Sezer, Türkiye'nin genel olarak hem içerde hem dışarıda kritik bir sürece girmiş bulunduğunu belirterek, "Önümüzdeki AB zirvesi ve AB ile ilişkilerde gelinen nokta çok önemli. Ayrıca, gelecek yıl içinde Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim var. Türkiye ekonomik bakımdan da yine önemli bir süreçten geçiyor. Bunlar birbirinden ayrı sorunlarmış gibi gözükse de aslında birbiriyle çok bağlantılı sorunlar. AB ile ilişkilerdeki gelişmeler, ülkeyi her bakımdan etkileyebilir. Ekonomiyi de Cumhurbaşkanlığı seçimini de genel seçimleri de. Elbette bunun tersini de söylemek mümkün. Kısaca, ülkemizin geleceği, ekonomik ve politik istikrarı bakımından önem taşıyan bir dönemden geçiyoruz" dedi.
"Araştırmalar da açıkça gösteriyor ki, Türk kamuoyunun AB'ye girme konusundaki desteği önemli ölçüde azaldı ve azalıyor" diyen Sezer, "AB'ye girme arzusunu koruyanların önemli bir bölümü bile 'Bizi AB'ye almazlar' diye büyük bir umutsuzluğa kapılmış durumda. Bu noktaya gelinmesine rağmen hala AB Türkiye için doğru bir hedef midir? diye sorulabilir. Bize göre AB, bu noktada bile doğru bir hedeftir. Ama, 'Neye mal olursa olsun, nasıl olursa olsun AB'ye girmeliyiz. Her şeye rağmen AB' demek de kabul edilebilir bir yaklaşım değil" diye konuştu.
Sezer, Türkiye'nin AB ile ilişkileri, yarım yüzyıl öncesine kadar gittiğini, ama Türkiye'nin AB üyelik adaylığı, 1999 yılında DSP'nin başında bulunduğu 57. Hükümet döneminde Helsinki Zirvesi'nde benimsendiğini anımsattı.
"O zaman Türkiye'nin üyeliğinin diğer ülkelerle eşit koşullarda gerçekleşmesi kabul edilmişti" diyen Zeki Sezer konuşmasına şöyle devam etti:
"Zirve kararında Kıbrıs'la ilgili olarak yer almış bulunan hükümlerin de bir ön koşul olmadığı belirtilmişti. Bu durum gece yarısı Türkiye'ye gelen iki AB üst yetkilisinin getirdiği AB Dönem Başkanı tarafından imzalanmış bir belge ile de taahhüt altına alınmıştı. O günden bugüne Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde çok önemli geriye gidişler olduğu görülüyor. Bunda AB'den kaynaklanan nedenler var. Ama aynı zamanda Türkiye'den kaynaklanan nedenler var. Buna rağmen Türkiye'nin AB yolunda, asla tam üyelik dışında başka bir seçeneğe razı olmadan, ciddi ve tutarlı bir devlet politikasıyla, çıkarlarını ödünsüz savunan, ulusal bir duruş ortaya koyabilen, saygın bir yönetimle önemli kazanımlar elde edebileceğini düşünüyoruz. Unutmamak gerekir ki, çıkarlarını savunamayan, haklarını koruyamayan bir yönetim, asla uluslararası topluluktan da saygı görmez. Bugün AB'nin Türkiye perspektifi ile, Türkiye'nin AB perspektifinin birbirinden çok farklı hale geldiği görülüyor. Türkiye, tam üyeliği hedeflerken, AB Türkiye'yi 'imtiyazlı ortaklık' şeklinde uydurma bir statüyle kendine bağlama hevesinde. Hiçbir şey vermeden, Türkiye'nin kendisine kazandıracağı avantajları elde etmek istiyor. AB süreci, giderek günümüzde Türkiye için, Gümrük Birliği ile başlayan bir 'tek yanlı bağlanma' sürecine dönüşüyor. Yani, AB, bizim AB'nin karar mekanizmalarında yer almamızdan önce, hatta karar mekanizmalarında yer alacağımız konusunda dahi bir garanti vermeksizin kendisinin aldığı kararlara aynen uymamızı istiyor. Verilen buyruklara boyun eğmemizi bekliyor. İşte bu noktada Türkiye, kendi gücünü, konumunu, önemini bilerek; bu bilinçle sıkı ve dik durmalıdır."
Genel Başkan Zeki Sezer, Türkiye'nin AB'ye ihtiyacı olduğu kadar, AB'nin de Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu söyleyerek, "70 milyonluk bir pazar olarak Türkiye'ye ihtiyacı var. Dünya enerji çevresinde söz sahibi olabilmek için Türkiye'ye ihtiyacı var. Ortadoğu'nun, Kafkaslar'ın, Orta Asya'nın Batı'ya açılan kapısı olarak Türkiye'ye ihtiyacı var. Küresel bir güç olmak için Türkiye'ye ihtiyacı var. Hıristiyan kulübü olarak kalmamak için Türkiye'ye ihtiyacı var. O bakımdan Türkiye AB'ye 'Dayatmalardan vazgeç' diyebilir, diyebilmeli. 'Bizden her şeyi istiyorsunuz. Ama, diğer ülkelere verdiğiniz parasal desteği bile bize vermiyorsunuz' hatırlatmasında bulunmalı.
Ülkenin bütünlüğü, ulusun birliği ve ulusal çıkarlarımızdan asla ödün vermemeli. 'Hazmetme kapasitesi'nden söz edenlere, 'Biz de ulusal değerlerimizi, Türkiye'nin koşullarını hazmedemeyenleri hazmedemeyiz' deme cesaretini gösterebilmeli" ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin dünyada bir eşi daha bulunmayan çok boyutlu bir jeo-politik konumu bulunduğunu belirten Sezer, Türkiye'nin, tarihsel, coğrafi ve kültürel açıdan, hem bir Avrupa ve Balkan ülkesi, hem bir Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, hem de bir Kafkasya ve Asya ülkesi olduğunu söyledi. Türkiye'nin, dünyadaki genel sorunlara da katkıda bulunabilecek bölgesel bir güç olma potansiyeline sahip olduğunu söyleyen Sezi Sezer sözlerini şöyle tamamladı:
"Türkiye, bu gücünü ve yetkilerini bölgesinde ve dünyada barış ve uluslararası işbirliği için kullanarak, yalnız kendisi için değil, çevresinin de refahına ve esenliğine katkıda bulunabilir. Türkiye'nin bu konumunu değerlendirerek, ulusal çıkarlara dayalı, bölge merkezli ve geniş açılımlı bir dış politika programı uygulaması gerekir. Bu dış politika programı, köklerini Cumhuriyet Türkiye'sinin Atatürk önderliğindeki dış politikasından almaktadır. Türkiye AB'ye girmek için çaba göstermelidir, ama bununla da yetinmemelidir. Türkiye, Asya'daki köklerinden, Rusya ve ABD ile bağlantılarından alabileceği güçle, AB ve ABD ile ilişkilerini aksatmadan yürütebilir. Ama aynı zamanda Türkiye'n ve ekonomik ilişkilerinin kapsamını genişletmelidir. Kısaca Türkiye AB'ye girmelidir, ama AB'ye mecbur ve mahkum değildir. Bunu gösterdiği sürece de hem AB karşısında, hem dünyada gücü ve önemi artacaktır. AB ile ilişkileri daha kolaylaşacaktır. Şunu bilmeliyiz ki, gücünün ve öneminin farkında olmayan, bunları kullanamayan, dünyayla ilişkisini kesmiş, içine kapanmış, kendini AB'ye mahkum gören bir Türkiye, AB tarafından kolayca oynanabilecek, boyun eğdirilebilecek bir ülke olur. Onun için Türkiye AB sürecine verdiği önem kadar, dünya ile ilişkilerine de önem vermelidir."