Barışın En Büyük Düşmanı: Ötekileştirmek?
Her birimiz bir gruba bağlı olmaya, var olmaya ve içinde olduğumuz sosyal gruba kendimizi kabul ettirmeye çalışırız. Yaşamımızdaki en önemli endişelerimiz bu kabul edilme ve var olma güdüleridir.
Her birimiz bir gruba bağlı olmaya, var olmaya ve içinde olduğumuz sosyal gruba kendimizi kabul ettirmeye çalışırız. Yaşamımızdaki en önemli endişelerimiz bu kabul edilme ve var olma güdüleridir.
Gerçekte "kimlik" önemli oranda belirtilen motivlerle gerçekleşir.
Umut Kısa yeni romanı Ahuna'da ötekileştirme konusunu işliyor. Romanın içindeki hikayeler İstanbul, Ankara, Mardin ve Sinop'ta geçiyor. Hatta Suriye'ye de uzanıyor. Kitabın önemli iddialarından biri diğerlerini oldukları gibi kabul edebilmek ve görünmeyeni görünür kılmakla ilgili. Umut Kısa kitabında şöyle söylüyor:
"Hikayelerin arkasına baktığımda nefret ettiğimin de, sevdiğimin de birbirlerinden o kadar farklı olmadıklarını görüyorum.
İhtiyacımız olan şey; şefkat.
Belki de Yunus Emre'nin sözündeki gibi "yaratılanı sevmek" yalnızca…
Problemin başladığı yeri hatırlamanı ve bir an için düşünmeni isterim:
"Türk", "Kürt", "Zaza", "Azeri", "Laz" gibi kimliklere neden ihtiyacımız var?
Neden "azınlıklar", "çoğunluklar" diyoruz?
Neden "sınıflandırma"ya ihtiyacımız var?
İnanın bana, bu gelişmemiş dünyanın tüm problemleri "Ulus" ve "Din" ayrımcılığı düşünceleriyle başlamıştır.
Bunlar aynı zamanda, birini diğerinden ayırmanın en kolay ve en acılı yollarıdır.
Böylece devlet ya da ayrıcalıklı sınıflar istedikleri anda tek tip yaşam modelini kolayca dayatabilir ve toplumu kendi iyisine doğru sevk edebilir. "Aydınlanma" ise ancak ve ancak "sen" veya "ben" demediğimizde başlayabilir. "Sen" yahut "ben" demek bile, bu canımızı acıtan ayrımcılığın, bilinçaltı kökümüze kadar işlediğini gösterir.
Şimdi iki seçeneğin var:
Ya dünyayı daha güzel bir hale getirebilmek için destek olur ve bu hikayeyi ulaşabildiğin herkese anlatırsın ya da gözlerini kapar ve "Öteki" demeye devam edersin."