Batılı ülkelerin çocuk yetiştirme yöntemleri normal mi?
Ayrı odalarda yatırmaktan, bebek arabasıyla taşımaya Batı ülkelerinde geliştirilen çocuk büyütme yöntemleri dünyanın geri kalan kısmından büyük farklılıklar gösteriyor, yani bir haylı 'sıradışı'. Hangisi daha doğal, hangisi çocuklar için daha faydalı?
Ayrı yataklarda yatırmaktan, bebek arabalarıyla taşımaya Batılı anne babalar, çocuklarını dünyanın geri kalan büyük bir bölümünden daha farklı adetlerle büyütüyor.
"Kendi odasına geçmedi mi daha?" doğum sonrası yoğunluğunu atlatıp sosyal hayata geri dönen anne babaların sık sık karşılaştığı bir sorudur.
Fakat bebeklerimizden ayrı uyumaya başlamamız insanlık açısından hem görece epey yeni hem de hala birçok kültürde ve coğrafyada paylaşılmayan bir adet. Birçok toplumda bebeklerin ebeveynleriyle aynı odayı hatta yatağı paylaşması "normal".
Batılı anne babaların yöntemlerini dünyanın birçok başka yerinden ayıran tek şey bu da değil. Belli saatlerde uyutma, kuş uykusu ve uyku eğitimi, bebek arabalarıyla gezdirme gibi tamamen sıradan sayılan pek çok usul aslında dünya genelinde hiç de "sıradan" değil.
Oda ve yatak paylaşma
ABD ve İngiltere'de anne babalara, yeni doğan bebekleriyle en az 6 ay aynı odada uyumaları tavsiye ediliyor ama bu süre çoğunluk tarafından kendisine ayrılan ayrı odaya geçmesi öncesindeki geçici bir aşama olarak görülüyor.
Diğer toplumların büyük kısmında bebekler anne babalarıyla daha uzun süre birlikte kalıyor.
2016 yılında yapılan bir araştırmada, Asya ülkelerinin çoğunda bebeklerin anne babalarıyla aynı odayı değil aynı yatağı paylaştığı belirlendi. Örneğin Hindistan ve Endonezya'da bebeklerin yüzde 70'i, Sri Lanka ve Vietnam'da yüzde 80'i anne babalarının yatağında uyuyor. Afrika ülkeleri arasında bu oran büyük farklılıklar gösteriyor ama bazı bölgelerde, hakim yöntem olduğu görülüyor.
Hindistan'dan ebeveynlik danışmanı Debmita Dutta, Batı'nın kültürel etkisine rağmen, büyük evlerde yaşayan aileler arasında bile çocuklarla aynı yatakta yatmanın hala güçlü bir gelenek olarak devam ettiğini söylüyor:
"Üç odalı bir evde yaşayan iki çocuklu bir ailede, her çocuğun ayrı odası olduğu halde, çocukların anne babalarının yatağında uyuduğunu görürüsünüz. Bu çok yaygın."
Dutta, yatağa almanın bebeklerin gece uyanması ve beslenmesiyle baş etmeyi çok kolaylaştırdığını söylüyor. Kendi kızı da sütten kesildikten sonra bile, 7 yaşına kadar, yer yatağı serilen anne-baba odasında uyumayı sürdürmüş.
Uyuma eğitimi
Batı toplumlarında birçok ebeveyn bunun yerine bebeklere bir uyuma eğitimi verme yoluna gidiyor.
Doğum sonrası bitap düşen anne babaların uykusunun daha az bölünmesi için bebekleri daha uzun sürelerle uyumaya alıştırmanın en uç örneklerinden biri "bırak ağlasın, ağlamanın faydası olmadığını öğrensin" yöntemi.
Avustralya'da kamu hizmeti kapsamında anne babaların bebekleriyle gidip kalabileceği "uyku eğitimi okulları" bile var.
Çocuğun erkenden anne babadan bağımsızlaştırılması aslında Batı kültüründeki bireycilik odağıyla uyumlu.
Bu nedenle örneğin yatağını paylaşmak kimi anne babalar için onların daha uzun süre bağımlı olmalarını teşvik eden bir yöntem olarak görünüyor.
Fakat daha kolektivist bir zihniyete sahip anne babalar başka türlü yaklaşıyor.
Dutta, "Onlara kendine güven ve bağımsızlık aşılarsanız kendi istekleriyle sizden bağımsızlaşırlar. Sonsuza kadar size yapışıp kalmayacaklardır" diyor.
Uyuma süresi
Kültürel faktörler sadece bebeklerin nerede uyuyacağını değil ne kadar uyuyacağını da belirleyebiliyor.
Tokyo Körfezi Urayasu Ichikawa Tıp Merkezi başkanı Jun Kohyama ve ekibi tarafından yapılan bir araştırma, Japonya'da bebeklerin, ilk üç aylarından sonra, diğer Asya ülkelerindeki bebeklere göre daha az uyuduğuu ortaya koydu.
Kohyama bunun arkasında muhtemelen Japonya'daki "uyumanın tembellik olduğu" yaklaşımının bulunduğunu düşünüyor.
Araştırma bunun yanısıra Asya ülkelerindeki çocukların, "Beyaz ırktan insanların ağırlıkta olduğu" toplumlardakilere göre daha geç saatte uyuduğunu da ortaya çıkardı.
Kohyama bunda anne babaların çocuklarıyla daha çok zaman geçirmek istemesinin ve Japonya'da da yaygın olan aynı yatakta yatmanın da rolü olabileceğini düşünüyor. "Anne babalar çocukları kendi bedeninin bir uzantısı gibi hissediyor" diye ekliyor.
Ani bebek ölümü sendromu: SIDS riski
ABD ve İngiltere'de sağlık uzmanları anne babalara, aynı odada yatmanın "ani bebek ölümü sendromu" diye bilinen SIDS sendromu riskini azalttığını söylüyor ama aynı yatakta yatmanın bu riski artırıcı olduğu yönünde görüş bildiriyor.
Fakat Hindistan'daki Tıp Bilimleri Enstitüsü'nden pediyatri uzmanı ve bebekle yatak paylaşma konusunda araştırmalara imzasını atmış Profesör Rashmi Das, bu konuda kapsamlı ve titiz bir araştırma yapılmamış olması nedeniyle ani çocuk ölümü riskinin yatak paylaşmayla ilintisi olduğunu söylemenin mümkün olmadığını kaydediyor.
Konuyla ilgili çalışmalar genellikle yüksek gelir grubundaki ülkelerde yapılmış ve buralarda anne babaların bebekleriyle aynı yatakta yatması sık görülen bir şey değil.
Buna karşılık düşük gelir gruplarındaki ve bebeklerin ebeveynleriyle uyuması geleneğine sahip ülkeler, dünyada ani bebek ölümlerinin en az görüldüğü yerler.
Üstelik bu sadece coğrafi bir ayrım da değil. Örneğin Batı'ya göçmüş ama çocuk büyütme konusunda geleneksel yöntemleri izlemiş ailelerde de ani bebek ölümü riskinin düştüğü görülüyor. Bunun bir örneği İngiltere'de yaşayan Pakistanlı aileler arasında bu vakaların genel ortalamanın çok altında olması.
Ama bu aileler arasında, yatak paylaşma dışında farklı kültürel kökenli faktörler de devreye giriyor. Örneğin bebekleriyle birlikte uyumanın yanısıra, Bradford'daki Pakistanlı anneler, genel İngiltere düzeyine göre çocuklarını daha fazla anne sütüyle besliyor, sigara ve içki kullanım oranları çok daha düşük. Bütün bu faktörlerin ani çocuk ölümü sendromu riskini azalttığı düşünülüyor.
Rashmi Das bu nedenle aynı yatakta uyumanın teşvik edilmesinin, ama bu anne babaların, içki ve sigaradan kaçınması ve obez olmamaları gereğinin de not edilmesinin iyi olacağını düşünüyor.
Gündüz saatlerinde bebeği taşıma
Yatak paylaşma gibi bir başka toplumsal farklılık da gündüz saatlerinde bebeğin anne babayla yakınlığının düzeyinde ortaya çıkıyor. Bu da bebeğin nasıl taşındığıyla yakından ilgili.
Dünyanın birçok yerinde insanlar yüzyıllardır, günlük işlerini, çocuklarını bir tür askıyla bedenlerine bağlayarak sürdürdü.
İngiltere'de Kraliçe Victoria döneminde yaygınlaşmaya başlayan bebek arabaları kısa sürede Batı toplumunun önemli bir kesiminde geleneksel çocuk taşıma yöntemlerinin yerini aldı.
Dünyanın geri kalan kısmında ise çocukların taşınması konusunda binlerce farklı yöntem uygulanıyor.
Bebeklerini bir tür askıyla taşımayan anne babalar bile onları kucağa aldıklarında nasıl yatıştıklarını farketmişlerdir.
Japonya'daki Riken Beyin Bilimleri Merkezi'nden Kumi Kuroda "Anna babalar içgüdüsel olarak 1-2 hertz arası ritmik hareketin bebeği yatıştırıcı etkisi olduğunu bilir" diyor.
Kuroda, çocuk taşımanın fizyolojik etkilerini araştırmış.
Ölçümlerle yaptığı araştırma sonucunda bebekleri kucakta taşımanın bebeğin nabzını, hareketliliğini ve aynı zamanda ağlamasını da azalttığını bulmuş.
Daha sonra yapılan araştırmalar da, bebek arabasında ya da otomobile konan bebek koltuğunda taşımanın ya da hareket etmeden kucakta tutmanın da yatıştırıcı etkiler yaptığını ama bunların bileşiminin daha etkili olduğunu ortaya koymuş.
Bebekle gece ve gündüz yakın temas, biyolojik olarak bebeğin beklentileriyle uyumlu. İlk aylarında sık aralıklarla beslenmeleri gerekiyor. Bebeğin beslenme sıklığı azalıp daha uzun sürelerle uyumaya başlamasından sonra bile en azından bir yaşına kadar geceleri uyanması çok normal.
Batı'da, kendi yatağında uyuyan çocuğun daha bağımsız olacağı yönünde bir kültürel inanç var.
Bebekler değil ama kültür değişti
İngiltere'deki Durham Üniversitesi'nden antropolog Helen Ball "Bebek biyolojisi yüzbinlerce yıldır çok değişmedi. Ama kültürümüzde dramatik değişiklikler oldu ve bebeklerimizden ve anne babalıktan beklentilerimiz yüz yıldan az bir süre içinde çok değişti" diyor.
"Bebeklerin geceleri uyanmaması gerektiği şeklinde bir tür kültürel efsane geliştirdik" diye ekliyor.
Bu efsanenin önemli sonuçları var. Doğum sonrası uyku düzeninin bozulması doğum sonrası depresyonla ilişkilendiriliyor. Fakat Helen Ball bunun çözümünün bebeğin uykusunu "düzeltmek" değil anne babalara destek vermek olduğunu düşünüyor.
"Depresyon yaşayan anne babalar, yaşamayanlara göre çocuğun uyandırmalarının etkisini çok daha şiddetle hisseder" diyen Helen Ball "Bu nedenle anne babayı destekleyerek bu duruma yaklaşımlarını değiştirmelerini sağlamak gerektiğini savunuyoruz" diyor.
Bebeklerin ilk birkaç ayı atlattıktan sonra gece boyunca "uyumaları gerektiği" fikri 1950'lerde Londra'da yaşayan 160 bebek üzerinde yapılan bir araştırmaya dayanıyor. Araştırma bu bebeklerin yüzde 70'inin üç ayı geçtikten sonra gece boyunca uyuduğu sonucuna varmıştı.
Fakat araştırmacılar "gece boyunca uyumayı" gece yarısıyla sabah 05.00 arasında ağlayarak anne ve babaları uyandırmama olarak tanımlamışlardı. Bu hem 8 saatlik bir normal gece uykusu anlamına gelmediği gibi bebeklerin bu süre içinde gerçekten uyuyup uyumadığını da dikkate almayan bir araştırmaydı. ve her halukarda bebeklerin yüde 30'unun bu kalıba uymadığı da görülmüştü.
Araştırmaların çoğu Batı'da
Helen Ball bugün bile bebeklerin uyuma düzenleriyle ilgili araştırmaların çok büyük bir kısmının Batı'da yapıldığına da dikkat çekiyor.
Ama Batı'nın her yerinde de yaklaşımların aynı olduğu söylenemez. Örneğin İtalya'da anne babaların çoğunun, bebeklerin ayrı odada uyutulmasını "şefkatsizlik" olarak değerledirdiğini gösteren araştırmalar var.
Ayrıca anne babaların öznel koşulları bile birinden diğerine farklılıklar gösteriyor.
Japon uzman Kumi Kuroda dört çocuğunu da yatağında yatırmış. Gündüzleri sürekli çalıştığı için bunun çocuklarıyla geçirdiği kıymetli bir zaman olduğunu düşünüyor.
Kuroda her anne babanın, başkalarının ne yaptığı ve düşündüğünü bir kenara bırakıp kendi koşullarına göre çocuklarıyla ilişkilerini düzenlemesi ve kendi yollarını bulması gerektiğini söylüyor.
"Bu Tango dansı gibi bir şey. Anne baba ve bebeğin birbirine uyum sağlaması mümkün" diyor.
Hint uzman Dutta ise Batı penceresi dışında bakabilmek için, çocukların bizim düzenimizi bozmak için ağladığını düşünmekten vazgeçmek gerektiğini söylüyor.
"Onları bir türlü tatmin edilemeyen patronlar gibi görmeyi bırakmamız lazım. Onlar bu dünyaya yeni gelmiş çaresiz küçük şeyler ve onlara anlayış ve şefkatle yaklaşmamız lazım" diye ekliyor.