Zuhal Sönmezer

Yerli dizilerin yazdığı toplumsal senaryo: Kurmaca mı, gerçek mi?

22.09.2025 12:21
Haber Detay Image

1980'lerden bugüne Türkiye'nin değişimini görmek için akademik raporlara ya da istatistiklere bakmanıza gerek yok. Açın televizyonu, dizilere göz gezdirin; zaten her şey orada. Çünkü televizyon uzun süredir sadece bir eğlence aracı değil; gündelik hayatımızın, hayallerimizin ve kolektif hafızamızın başrol oyuncusu.

Kültürel Sermaye

Bir zamanların gecekonduları, bugünün lüks siteleri... Dizilerin fon olarak seçtiği her mekan aslında bize kim olduğumuzu ve kim olmak istediğimizi fısıldıyor. Pierre Bourdieu'nün meşhur "kültürel sermaye" kavramı tam da bu noktada devreye giriyor. Diziler, hangi yaşam biçimlerinin prestijli sayıldığını, hangi konuşma tarzlarının "doğru" kabul edildiğini, hangi aile yapısının idealize edildiğini izleyicinin bilinçaltına işliyor. Bir yanda sıcak, kalabalık mahalle dizileri; diğer yanda bireyselliğin, lüksün ve kariyerin öne çıktığı villalarda geçen hikâyeler... İzleyiciye sunulan mesaj net: Ya birine ait ol, ya da diğerine yükselmeyi arzula.

Diziler ve Toplumsal Kodlar

Diziler sadece mekanlarıyla değil, karakterleri ve ilişkileriyle de toplumsal kodlarımızı yeniden üretiyor. Kimin güçlü, kimin zayıf olduğu; kadınların hangi rollerde idealize edildiği; erkeklerden hangi sorumlulukların beklendiği… Bütün bu "dersler" aslında ekrandan veriliyor. Böylece iyi-kötü, kabul edilebilir-kabul edilemez, "bizden" veya "öteki" olan davranışlar diziler aracılığıyla toplumsal norm haline geliyor.

Kadın ve Erkek Kimlikleri Üzerinden Reyting Hesabı

Bazen bu normların nasıl kurgulandığını daha net görmek için tek bir örnek bile yeterli oluyor. Yakın zamanda yayınlanan ve adını özellikle vermeyeceğim bir dizide, evin gelini ile damadın yasak aşkı gündeme geldi. İzleyicilerden büyük tepki yükselince, sonraki bölümde sanki önceki hikâye hiç yaşanmamış gibi gelin ve damat "kanka" konumuna çekildi. Ama dikkat edin: Yine de erkek karakterin eşini aldatmasına kapı açık bırakıldı. Böylece toplumdaki "kadın aldatırsa skandal, erkek aldatırsa olağan" bakış açısı, senaryoda yeniden üretilmiş oldu. Bu değişiklik sosyal medyada da geniş yankı buldu; Twitter'da "ahlak sınavı" tartışmaları döndü, forumlarda izleyiciler senaristleri "toplumla oynamakla" suçladı. İnsanların olumsuz haberlere ve kaosa yönelme eğilimi, burada bir kez daha görünür hale geldi. İşte tam da bu yüzden dizinin adını vermek istemedim. İletişimciler ve gazeteciler dahi olay ve olguları eleştirirken yeniden popülerize etme hatasına düşebiliyor. Lakin bir miktar bahsetmek, bu kısımları da su yüzüne çıkarmak boynumuzun borcu....

Sözün Özü

Kısacası, televizyon dizileri yalnızca kurmaca hikâyeler değildir. Onlar hepimizin toplumsal hafızasını şekillendiren, sınıfsal hayallerimizi biçimlendiren ve kimliklerimize yön veren güçlü araçlardır. Her bölüm, bir yandan ait olduğumuz dünyayı bize hatırlatır; bir yandan da yükselme arzumuzu körükler. Kadın-erkek temsillerinde olduğu gibi bir yandan duvarları yıkar; diğer yandan eşitsizliği çoğaltır.

Bir dahaki sefere ekran karşısına geçtiğinizde sadece hikâyeye kapılmayın; biraz da kendinize bakın. Belki de asıl "dizi" kendi içinizde oynuyordur.

Peki siz, hangi rolü oynadığınızın farkında mısınız?
• Yoksa çoktan beri başkasının yazdığı senaryonun figüranı mı oldunuz?
• Gerçekten izleyici misiniz, yoksa farkında olmadan oyuncu mu?

Yazarın Tüm Yazıları

title