José Saramago'nun Körlük romanı, sadece görme duyusunun yitirilmesini anlatmaz; daha derine inip toplumsal reflekslerin nasıl çöktüğünü, insanın karanlıkla karşılaştığında en temel iletişim biçimlerini bile nasıl kaybettiğini gösterir. Romandaki "beyaz körlük", gözlerin değil, bilincin kararmasıdır; insanın hem kendisine hem diğerlerine karşı duyarsızlaşmasının alegorisidir. Bu bağlamda Körlük, bugünün iletişim pratiklerini anlamak için giderek daha güçlü bir metafora dönüşüyor.
İletişimsel Körlük
Günümüz toplumunda da fiziksel bir körlükten değil, iletişimsel bir körleşmeden söz ediyoruz. Sosyal medyanın hızla çoğalan yankı odaları, kurumsal yapılarda katılaşan hiyerarşiler, ilişkilerde artan savunmacı tutumlar… Tüm bu örnekler, bireyin gerçeğe, başkasına ve hatta kendi duygularına karşı seçici bir karanlığa gömülmesine neden oluyor. Saramago'nun karakterleri nasıl gözleri açık ama görme yetisinden yoksunsa, biz de çoğu zaman ekranların parlaklığında birbirimizi duyamıyor, anlamıyor, göremiyoruz.
Körlük romanındaki en sarsıcı detaylardan biri, felaketin ardından toplumun hızla iletişimini kaybetmesidir. Çünkü iletişim, yalnızca sözler değil; güven, empati, etik sorumluluk ve karşılıklılık üzerine kurulu bir ağdır. Bu ağ çöktüğünde, geriye yalnızca bireysel hayatta kalma içgüdüleri kalır. Modern dijital kültürde giderek görünür hâle gelen toksik tartışmalar, linç pratikleri, kutuplaşma ve iletişimdeki sabırsızlık, benzer bir çözülmenin işaretlerini taşıyor.
Görme Niyetimiz Var mı?
Bugün insanlar konuşuyor ama duymuyor; yazıyor ama anlamıyor; tepki veriyor ama düşünmüyor. Tıpkı romandaki toplum gibi, düşünmeden verilen tepkilerin ve hızla yayılan korkuların içinde yönsüz bir kalabalığa dönüşüyoruz. Oysa iletişim, görme yetimizi değil, görme niyetimizi sınayan bir süreçtir.
Saramago'nun hikâyesinde "doktorun karısı" tek gören kişi olarak tüm roman boyunca etik bir sorumluluk taşır. Gördüğü için acı çeker, yük taşır, empati kurar. Bu figür, iletişim çalışmalarında "tanıklık etiği"nin güçlü bir simgesidir: Bir toplumda gören biri varsa; yani hâlâ duymaya, anlamaya, yüzleşmeye istekli biri, orada umut da vardır. Bu bağlamda, romanın içindeki tek gören karakter, iletişimin kaybettiğimiz ama yeniden kurabileceğimiz yönünü temsil eder.
Son Söz
Belki de bugün ihtiyacımız olan şey, toplu bir görme yetisinin geri gelmesi değil; iletişimsel bir uyanış. Daha yavaş düşünmek, daha dikkatli dinlemek, daha az hüküm vermek, daha çok anlamaya çalışmak… Dijital kalabalıklar içinde körleşen toplumsal duyarlılığın panzehiri, tam olarak bu.
Saramago'nun bize gösterdiği gibi, körleşmenin asıl tehlikesi karanlık değil; birbirimize karşı duyarlılığımızı kaybetmek. Çünkü iletişim, bir toplumu ayakta tutan görünmez bağdır. O bağ koptuğunda, fiziksel körlük değil, etik körlük başlar.
Bugün dünyaya yeniden bakmak istiyorsak, önce birbirimizin sesini duymayı öğrenmemiz gerekiyor. Ve belki de iletişimin en temel eylemi, karşımızdakine "Seni görüyorum." diyebilmek.









