Bugün insanlar yalnızca sosyal medyada değil, yüz yüze iletişimde de birbirinin hayatına haddinden fazla dahil oluyor. Sokakta, işte, aile içinde veya arkadaşlık ilişkilerinde… Herkes bir diğerinin kararını yorumlamayı, tercihine müdahale etmeyi, hatta hayatına yön vermeyi kendine hak görüyor. Dijitaldeki kontrolsüz merak kültürü, yüz yüze iletişimin bile doğasını bozmuş durumda.
Ekranda gördüğü özgüveni, gerçek hayata da taşıyan bir kitleyle karşı karşıyayız. Buna eğitimli bireyler de dahil. Sınır bilmeyen, mesafe tanımayan, bireysel alanı yok sayan bir iletişim pratiği gündemde. Oysa iletişimin en temel ilkesi saygıdır; hem dijitalde hem yüz yüze. Bu yüzden bugün, belki de hiçbir dönem olmadığı kadar, şu cümlenin ağırlığı hissediliyor: Herkes kendi işine baksın!
Bu cümle kaba değil. Aksine, dijital şiddetin, sınır ihlalinin ve bitmek bilmeyen merak kültürünün ortasında bir tür iletişimsel savunma duvarı. Çünkü kimse kimsenin hayatına bu kadar yakın durmaya mecbur değil.
Meraktan mı boşluktan mı?
Danah Boyd, "networked publics" kavramıyla kamusal alanın dijitalde genişlediğini söylerken aslında bugün yaşadığımız soruna işaret ediyordu. Bu anlamda benzemediğimiz, tanımadığımız, bilmediğimiz insanlar hayatımıza burnunu sokuyor. Bir paylaşım, bir karar, bir ilişki tercihi… Herkesin üzerinde "yorum yapma hakkı" olduğunu düşündüğü birer açık dosyaya dönüşmüş durumda.
Zygmunt Bauman'ın "akışkan modernlik" analizinde altını çizdiği yüzeyselleşme, bugün müdahaleciliğe evrildi. İnsanlar ilişkilerinde yüzeysel ama başkalarının hayatını şekillendirmede son derece ısrarcı. Bu reel hayata ait trafik ne kadar tenha ise diğerlerinin işine gücüne karışarak kalabalık yapmak o kadar olası!
Yapacak bir işi olmayanlar başkalarının hayatını işgal ediyor. Bu çelişkinin adı: dijital cesaret. Gerçekte söylemeyeceği her şeyi ekranda söylüyor. Gerçekte soramayacağı soruyu DM'de soruyor. Gerçekte karışmaya cesaret edemeyeceği konuya yorum kısmında dalıyor. Yüz yüze iletişimde de böyle. Adına ister hadsizlik diyelim ister merak!
Gözetim demokratikleşti ve h erkes izliyor, herkes yargılıyor!
Foucault'nun panoptikonu bugün bireylerin birbirlerini izlemesiyle yeniden üretildi. Devlet gözetimine gerek yok; kullanıcılar birbirini gönüllü şekilde gözetliyor. Bir insanın hayatına dair her ayrıntı, "kamusal bir tartışma alanı" sanılıyor.
Bu yüzden, "herkes kendi işine baksın" sözü sadece tepki değil; aynı zamanda mahremiyeti koruma dürtüsüdür. Çünkü kimse kimsenin ilişkisine, kararına, tercihlerine, yaşam ritmine müdahale etmek hakkına sahip olmadığı gibi bu tutum haddine de değildir. Asıl sorun belki de şudur: Artık kimse sınır bilmiyor!
Sınır koymak bencillik değildir. Hayatını kendin yönetmek kabalık değildir. Birinin özel alanına dokunmamak iletişimsizlik değildir.
Asıl kabalık, haddini aşmaktır. Ve dijital kültür, maalesef haddini aşmayı normalleştirdi. Bir fotoğraf görür görmez yorum yapmayı,
bir hikâyeyi izler izlemez niyet okumayı, bir ilişki tercihini yargılamayı…Ya da herhangi bir işe burnunu sokmayı! Üstelik bu "samimiyet" ya da "profesyonellik" adı altında yapılıyor.
Bugünün net gerçeği...
Merak insani bir duygudur. Ama merakın sınırı vardır. O sınır da şuradadır: Başkasının hayatı başkasınındır. Bu kadar basit. Bu kadar net.
Ve bu nedenle, günümüzün en doğru cümlesi belki de tam olarak şudur:
"Herkes kendi işine baksın."









