Günümüzün dijitalleşen dünyasında, iletişimin teknolojiyle olan karmaşık ilişkisi üzerine sayısız ezberlenmiş önerme ile karşılaşıyoruz. "Yeni medya platformları demokratik katılımı güçlendirir," "Anlık iletişim araçları yakınlığı artırır," ya da "Daha çok bilgi akışı, nihayetinde rasyonel karar verme yeteneğini geliştirir." Bu iddialar kulağa o kadar mantıklı geliyor ki, çoğu zaman kamusal alanda birer tartışmasız kabullere dönüşüyor.
Peki, bu temel varsayımları toplumun ilerleyişini sessizce şekillendiren "görünmez çerçeveler" olarak adlandırırsak, bu çerçevenin dışına nasıl çıkabiliriz?
Varsayımlar: İletişimsel Deneyimin A Priori Koşulları
İletişim sosyolojisinin ve eleştirel medya çalışmalarının bize öğrettiği gibi, bir teknolojiyi ya da aracı sadece işlevselliği üzerinden değerlendirmek, bizi önemli bir yanılgıya sürükler. Jacques Ellul'un "Teknik Toplum" (1964) analizinde vurguladığı gibi, teknik araçlar tarafsız değildir; her araç kendi özerk mantığını ve bu mantıkla birlikte gelen bir dizi gizli varsayımı beraberinde getirir. Bizler genellikle bir uygulamanın "anlık bağlantı" vaadine odaklanırken, onun yarattığı dikkat ekonomisini, bağımlılık mekanizmalarını ya da manipülasyon potansiyelini göz ardı ederiz. İletişimdeki bu epistemolojik tuzağın aşılması, ancak söz konusu görünmez çerçeveleri radikal bir şüphecilikle sorgulamaktan geçer.
Eleştirel Bakış Açısı
Tam da bu noktada, eleştirel sorgulama bir gereklilik halini alıyor. Varsayımları tersinden okumak araçlarla kurduğumuz alışkanlıklar bütünü ile yeniden yüzleşmemizi sağlar. Bu yüzleşme ise aşağıdaki temel soruları merkeze almayı zorunlu kılar:
Algoritmik Kısıtlama: Gerçekten sosyal medya ifade özgürlüğünü "artırıyor" mu, yoksa , algoritmaların izin verdiği, kutuplaştırıcı ve yankı odası (echo chamber) etkisini besleyen sınırlar içinde mi konuşabiliyoruz?
Temasın Yerine Geçme Yanılgısı : Her an elimizin altında olan mesajlaşma uygulamaları bizi "yakınlaştırıyor" mu, yoksa yüz yüze, zahmetli temasın yerini alarak ilişkisel yalnızlığımızı derinleştiriyor mu?
Hakikatin Yükü : Bilgi akışının sınırsızlığı hakikate erişimi kolaylaştırıyor mu, yoksa post-hakikat çağının temel sorunu olarak, doğruyu yanlıştan ayırmayı imkânsızlaştırarak bilişsel bir yorgunluğa mı neden oluyor?
Özetle...
İletişimdeki bu sorgulayıcı bakış açısı, kabul gören düşünce kalıplarını bozmak için işlevselliğe sahiptir. Ve bizim iletişim pratiklerimizi kısıtlayan çoğu zaman teknolojilerin kendisi değildir. Aksine o teknolojilerin etrafında örülmüş ve toplumsal rıza ile meşrulaşmış sorgulanmamış düşünceler ve toplumsal normlar dolaşmaktadır.
Belki de özgürleşmenin ilk adımı, en temel teknolojik kabullerimizin bile aslında ne kadar tartışmalı ve ideolojik bir arka plana sahip olduğunu fark etmekten geçiyordur. Zira iletişimin politikası, varsayımların sınırlarını görebildiğimiz anda başlar.









