Kimi hayaller vardır; suskun ama derin... Zamana konuşur, toprağa siner, taşla şekillenir. Duygularını yüksek yaşayan bir kadın olarak, hissettiklerimi bazen bir fotoğraf karesine, bazen de kelimelerin sessizliğine sığdırmaya çalışırım. Ancak bu kez, kelimelerin omuzladığı hikâye, yalnızca bir serginin ötesinde; direncin, vefanın ve aşkın sanata dönüştüğü bir yaşam dersi.
Sanat yaşamında 60 yılı geride bırakan usta ressam Mustafa Ata'nın Şile'deki yaşam ve üretim mekânı olan Anıt Atölye'de açılan "Askıda / Suspended" başlıklı koleksiyon sergisinin, yoğun talep üzerine 5 Ocak 2026 tarihine kadar uzatılması, bu hikâyenin ne denli güncel ve güçlü olduğunun kanıtı. Ata'nın resim, kâğıt işleri ve ilk kez sanatseverlerle buluşan vitray çalışmalarının sergilendiği bu külliyat, değerli koleksiyonerlerin katkılarıyla, Gönül Karakan Ata küratörlüğünde bir araya geldi.
Mustafa Ata'nın eşi Gönül Hanım'ın dilinden dökülen "Bir kişi bile gelse bu sergiyi açacağım" cümlesindeki sarsılmaz irade, sadece bir sanatsal adanmışlık değil, aynı zamanda Walter Benjamin'in o derin saptamasının tam aksi bir duruş: İnsanın kalabalıkta kaybetmeye yüz tuttuğu iç sesi besleyecek hayatı onaylama cesareti.
Biz, kolektif bilincin eksikliğinden dem vururken; o, tek bir ustanın mirasını geleceğe taşıyacak köprüler inşa etmenin yükümlülüğünü taşıyor. "Geçmişi unutmadan ama oraya saplanmadan geleceğe nasıl aktaracağız?" sorusu, aslında sanatın ve hayatın en temel meselesidir.
Tuvalden kolaja, oradan vitraya uzanan bu üretim serüveni, bize gösteriyor ki; "çalışmadan özgürleşilemez." Bu derin sohbette, Mustafa Ata'nın fırça darbesinde saklı sonsuzluk arayışını, denize olan tutkusunu ve "saf bir ruh" olarak bıraktığı o büyük kültürel mirası, sizlerle birlikte yeniden okuyacağız.
Zira sanatçı olmak, her şeye rağmen, her koşulda "çalışmak" ve kendi gerçeğini en çıplak hâliyle ortaya koymaktır. Ve bize düşen, o hakikate kulak vermektir.
Hakikatin izini sürmek, sanatçının ruhuna ve mirasına tanıklık etmek için, bu sarsılmaz duruşun en yakın şahidi, hayat ve sanat arkadaşı Gönül Karakan Ata (Mustafa Ata'nın Eşi/Küratör)'nın Kırlangıç Evleri'ne, geleceğin MATA Müzesi olacağına inandığım o atölyeye konuk oldum.
Bir kişi bile gelse bu sergiyi açacağım demiştiniz… Pandemi, hastalıklar, zorlu yıllar derken bu kararlılığın ardında nasıl bir iç ses, nasıl bir direnç vardı?
Evet, bir kişi bile gelse sergiyi açacaktım. Ve gerçekten çok güzel bir açılış oldu. Herkesin mutlu ayrıldığı, birbirine dokunduğu bir birliktelikti. Hastalıklar ve pandemi yüzünden bir araya gelinememişti. Bu bir ustaya saygı, bir onur sergisi.
Çok geçmiş olsun.
Ama hiçbir zaman durmadık. Beş yıldır bu sergi için uğraşıyoruz. Gelen gelmiştir, önemli olan bu. Hayatta iyi ya da kötü ne yaşarsanız yaşayın, çözmekle yükümlüsünüz. Geçmişe takılırsanız ilerleyemezsiniz. Şu an buradayız, konuştuğumuz an bile biraz önceye karıştı. An'a odaklanıp, geçmişi unutmadan ama oraya saplanmadan geleceğe nasıl aktaracağız? Asıl mesele bu.
Başka türlü aydınlanamayız. Çünkü bizde kolektif bilinç eksik. Kolektif bilinç, gelişmiş kültürlerin bir ayrıcalığı. Biz hâlâ her şeyi tek başımıza yapmaya çalışıyoruz. Birlikte üretmek, birlikte taşımak zor geliyor. Sanırım bu bizim insanımıza özgü bir şey. Herkes "ben" dünyasında, egolar çok büyük. Oysa sanat bambaşka bir şey; egodan arınmak, üretimle var olmak demek.
Ben sergi hazırlıkları sırasında arkadaşlarıma dedim ki:
"Ben bu sergide var olmak istemiyorum. Her şeyi yapıp yok olmak istiyorum."
Ahmet (Öktem) Bey "Olmaz ki, insanlar ne düşünür?" dedi. Çünkü bu sergi bizim değil, Mustafa Ata'nın sergisi. Konuşulması gereken onun sanatı. Biz, o sanatı gelecek kuşaklara taşıyacak köprüleriz.
Dünü iyi hazmetmeden bugünü bir sonraki kuşağa doğru aktaramayız. Doğru aktarım çok kıymetli.
Her temsiliyetin içinde bir hata vardır. Şu anda ben Mustafa Ata'yı temsilen buradayım. Ustamın kapısına eğri odun bırakmamak için.
Eşi olmam, sanatçı dostu olmam, sanatçı kimliğim… bütün bunlar sürece bir katkı sağlayacaksa ne mutlu. Foucault'nun dediği gibi, "görünenle söz arasında büyük bir fark vardır." O farkı kapatmak çok zor. Biz sadece aktarmaya çalışıyoruz ama eksiksiz aktarmak imkânsız.
Yine de devam edeceğiz. Çünkü elimizde çok büyük bir kültürel miras var. Ben kendimi o mirası korumakla yükümlü hissediyorum. Mustafa'ya verdiğim bazı sözler var. Kolektif olsun olmasın, yolumuza devam edeceğiz. Arkaya değil, hep ileriye bakacağız.
Ve asla vazgeçmeyeceğiz. Hayat seçimlerden ibaret. Her seçim bizi bir yere götürüyor. Doğru seçim yapmak sanatta da hayatta da çok önemli. Kalabalıkta iç sesimizi kaybederiz. Walter Benjamin'in dediği gibi, "insan kalabalıklaştıkça kendinden uzaklaşır." ben içinde bulunduğum sessizliği besleyecek hayatı onayladım. Çünkü teslimiyet içermeyen deneyimlenmiş bir hayat ve o yüzden huzurlu.
Burada, atölyede, gelecekte müze olacağına inandığınız bu mekânda oturuyoruz. "MATA Müzesi olacak," dediniz. Hissediyorum, olacak da. Peki, Mustafa Ata'nın bu süreçteki üretim serüveni nasıldı?
Mustafa Bey, 2014'ten 2020'nin sonlarına kadar "Askıda", "Askı - Beden", "Beden" başlıkları altında bir dizi resim yaptı. Bu sergide gördüklerimiz o dönemden seçkiler.
Aslında bu sergi 2018'de Tophane-i Âmire'de yapılacaktı. Kitapla eş zamanlı planlamıştık. Tasarımını Ahmet Öktem yaptı. Ama basım sürecinde belediye kaynaklı sorunlar yaşandı, kitap gecikti. Kitap çıkmayınca sergi de ertelendi. Tophane'de sürekli sırayla sergi açıldığından, tarihleri kaydırmak zorunda kaldık. En sonunda Mustafa, "Zamanı değil herhalde, önce kitap çıksın," dedi. Kitap 2018'de çıktı ama o süreçte Tophane'den de vazgeçti. "Başka bir şey yapacağız," dedi ve çalışmaya devam etti.
O dönemde sol elinde ağrı başladı. Önce fiziksel bir sorun sandık, ortopedist geçici dedi. Tuvaller devasa boyutlardaydı, sürekli tek başına çalışırdı. Asistan istemezdi, her şeyi kendi yapardı. Poseidon diye bir kedisi vardı. "Ondan başka hiç kimse benim resimlerimin ortağı değil" derdi. Bir süre tuvali bıraktı, çünkü elini kullanmak zorlaşmıştı. Sağ elinde de ağrı başlayınca "Makas kullansa", dedi doktor.
Doktor makas deyince, acaba renkli kağıtlar nasıl olur? Konuştuk; dedi ki "sen renkli kağıtlar alsana, bir bakalım. "Kadıköy'e gittim. Çok güzel renkli kağıtlar aldım. Rengin pek çok tonundan oluşan renkli kağıtlar. Salondaki masanın üzerine yaydık onları. Mustafa yavaş yavaş onlarla çalışmaya başladı. Ve tuhaf bir biçimde kağıtla kurduğu ilişki o kadar ileri dereceye varmaya başladı ki, tuvali bıraktı. Ben bir süre tuval yapmayacağım dedi. Sonra o kolajları üretmeye başladı. Kolajlarda da tuvaldeki ruh aynıydı, sadece malzeme değişmişti.
Ben çok heyecanlandım. Çünkü o, her malzemenin kendi estetiğini yarattığına inanırdı. Bu kâğıt işleri, tuvalin devamı gibiydi. Aynı dil, aynı enerji, sadece başka bir form. Aynı durum biliyorsunuz sanat tarihinde Matisse'de de var. Matisse'in kolajlarının tuvallerinden daha değerli olduğunu biliyoruz bugün.
Ama bu maddi bir mesele değil. Mustafa Ata'nın konuşulduğu yerde madde değil, mana konuşulmalı. Ben her zaman manaya odaklıyım, Mustafa Ata adına.
Yıllarca bu şekilde üretti. Arada yeniden tuvallerine döndü ama kâğıtla yarattığı dünya bambaşkaydı.
Tarihsel olarak baktığımda 96'lardan 2015'e kadar bir geçiş süreci görüyorum. Renkler, formlar, ışıklar değişiyor. Bu dönem için siz ne söylersiniz?
Evet, 2016'ya kadar uzanan bir geçişti. İnsanlara geçmişi hatırlatmak istedik. O erken dönem işlerdeki yoğunluk, daha sonra neredeyse bir ışığa dönüştü.
Sanki figürler çözülüp enerjiye karışıyor. Bu bir tamamlanma, bir içsel aydınlanma. Yani buradaki spiral döngü " sonsuzluk ve insanın içindeki özü" anlatıyor bana göre. Bilmiyorum, bu benim hissiyatım.
Mustafa'nın resimleri her zaman "sonsuzluk"u önerir. Boşluktaki sonsuzluk arayışı başlangıcından bugüne kadar. Hiç tereddüt yoktur onun dünyasında.
Bence bu resimlerin içinde bir dans var. O siluetler sanki hareket ediyor. Çok canlı bir enerji hissediliyor.
Evet, öyledir. Mustafa'nın resimlerinde her zaman yaşamın devinimi vardır. Mustafa Bey, çok sıra dışı bir isim bu alanda. Mustafa'nın eski dönem eserlerine baktığınızda direkt figürü, insan figürünü okuyabilirsiniz. Röportajlarımda bunu hep söylüyorum. Bu benim fikrim. Hiçbir zaman ben Mustafa Ata figür okuması yapamadım. O, figürü estetik bir malzeme olarak kullandı, hiçbir zaman birebir insan anlatısı yapmadı.
Zaten akademideki eğitimimiz çıplak model üzerine kuruludur; stil zamanla oluşur.
Herkes kendi stilini oluşturuyor. Özgün eser üretmek çok daha farklıdır. Çünkü sizi yansıtır, tamamen sizin imzanız olur. Tüm eserlere baktığınızda evet, bu MATA diyorsunuz.
Renkleri de öyledir: sarı onun elinde başka bir sarıı, yeşilin geçişleri başka bir ruh taşır. Onun tonlarında hem doğa hem insan hem de duygu birlikte var olur.
Şu an eserlerden ayrılmak istemiyorum. O kadar güçlü bir bağ var ki, insan resmin içinde kalıyor.
Mustafa Ata üzerine çok konuşulmuş, çok ciddi eleştiri yazıları yazılmış, bir sanatçı. Ama ben sanatının üzerine bugün geldiği noktadan itibaren yeniden düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.
Sanat kendi gerçeğini gösterir, gizleyemez.
Kesinlikle, en çıplak olduğumuz alan orası. Hiçbir şeyimizi saklayamadığımız yer.
Neye dokunsa, kendisi gibi oluyor.
Yapay zekâ ve dijital sanat bugün çok konuşuluyor. Mustafa Bey eserlerinin dijital dönüşümünü hiç düşündü mü, ister miydi?
Yok, istemezdi. O dijitalleşmeye pek yaklaşmadı. Ama buna karşılık, bir fırça hareketini havada asılı bırakma fikri vardı. Fırça hareketiyle insanların da altından geçebileceği gibi bir üç boyutlu eser. Hatta büyük sergide Tophaneyi Amire de düşündü bunu. Oraya koysak diye. Çok büyük bir şey hayal etmişti. Eskiz çalışmaları da oldu. Yavaş yavaş üç boyuta yaklaştığı dönemler bu dönem.
Bu kolajlardan yola çıkarak da ne yapabilirim diye uzun bir süre düşündü aslında. Sonra en yakın camı buldu kendine. Resimlerinin altyapısını oluşturan fondan gelen formlar meselesi var ya Mustafa'da. Arkadan öne doğru. Onu tarif etmişti aslında Vitray Ustası'na. Ekrem Özen'le birlikte yaptılar Kendisi eskizlerini oluşturdu. Atölyede kendisi için burada asılı tutmak istediği için yaptırdı. Fakat bir koleksiyoner arkadaşı ziyaret etti. Geldiğinde dedi ki, "Mümkün değil, bu burada kalmayacak, ben bunu götüreceğim" dedi Dedi ki, "Yapmayın, bununla biraz zaman geçirmem lazım." Çok kısa kaldı vitraylar burada.
Şimdi burada olması, aslında onun çok arzu ettiği bir şeydi. O da gerçekleşmiş oldu atölyesinde.
Mustafa Bey'in çok sevdiği bir renk, obje ya da hayvan var mıydı? Bu kadar dokunun, katmanın içinde ilhamını nereden alıyordu?
"Bütün renklerin hayranıyım. Tek bir renk veremem."
Bütün renklerin hayranı…
Bu cümle onun dünyasını özetliyor aslında. Çünkü Mustafa renkleri bir duygu dili gibi kullanırdı; her tonun, her geçişin bir anlamı vardı.
Objelere gelince... Mustafa Ata geçmişle, özellikle ilkel sanatla çok güçlü bağlar kurdu. Asya kökenli eski sanat biçimlerini, mağara resimlerini, Mısır sanatını çok araştırdı. Son yıllarda da ilkel sanatla günümüz sanatı arasında bir köprü kurmaya çalışıyordu. Hatta bir öğrencisi, ilkel dönemle ilgili bir çalışma hazırlayıp getirmişti. Altamira mağarasındaki figürlerden oluşan bir baskı. O zamandan beri o çalışma orada duruyor.
Sohbetimiz boyunca sık sık denizden, doğadan söz ettik. Atölye denizciliğe dair sayısız anıyla dolu. Mustafa Ata'nın denizle bağı nasıldı?
Denize inanılmaz bir tutkusu var. O denizin sakinliğiyle, ritmiyle, rüzgârıyla hep bir bağ kurdu. Teknenin bütün bakımları yaptırıyorum her sene. İnanın, 5 yıldır ben buradan hiç çıkmadım. Bu yaz değil, ondan önceki yaz teknesine götürdüm Mustafa'yı. Onun en çok sevdiği yer. O tekne ona ait. Şu an bir nöron bile fazla çalışacaksa teknesine gideriz değer buna.
Tam sergi dönemi bronşlarından rahatsızlandı. Çok iyi bir yaz geçirmiştik. Mevsim geçişlerinde hep bunu yaşıyor. O gün gerçekten çok rahatsızdı. Dostları görmek istedi. Doktoru açılışta durumu ile ilgili bir konuşma yaptı. Uzun süre insanlarla bir araya gelemedik. O noksanlığı insan hissediyor. Hem bir araya gelme, hem yeniden Mustafa'yı başka bir boyutuyla hatırlamak istiyorlar haliyle.
Anadan Doğma Ressam
Nâzım Hikmet, Abidin Dino'ya "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?" diyor ya… Bana göre Mustafa Ata mutluluğun resmini çizmiş.
Bu tabii çok büyük bir tecrübe. Sürekli üretmenin getirdiği bir disiplin. Ama Mustafa anadan doğma bir ressam. Canan Beykal'la bir sohbetimizde Canan Hanım bana şöyle demişti:
"Mustafa, akademiye geldiğinde zaten ressamdı."
Bu çok önemli bir cümle. Çünkü bu, onun doğuştan gelen yeteneğinin, sonradan değil, içten gelen bir yaratım gücünün ifadesi.
Babasının köy enstitülü bir öğretmen olması da çok etkili tabi. Trabzon'da, Trabzon Lisesi'nde okurken resim hocası Temel Zühtü Ellezoğlu, o da Akademi kökenli bir hocaydı.
Düşünsenize, böyle bir çevrede büyümek… Trabzon gerçekten çok ilginç bir yer. O topraklardan o kadar çok sanatçı çıktı ki! Bugün bile Trabzonlu sanatçılar bir araya gelip sergiler düzenliyorlar. O coğrafyanın suyunda, toprağında sanat var sanki.
Belki de bu, bölgenin zor coğrafyasından geliyor. Belki de o direnç, o iç disiplin oradan. Ama aynı zamanda oradaki akademik gelenek de çok güçlü.
Hocalar, öğrencilerini sadece resim yapmaya değil, gerçekten ressam olmaya hazırlıyorlardı. Ve aile faktörü de çok büyük etken.
Bir aile çocuğuna inanırsa, destek verirse o çocuk doğru adımlar atar. Ama tam tersi olursa, o zaman insan aykırı olur, zorlanır, kendi yolunu açmakta güçlük çeker. Mustafa Ata'nın ailesi ona inandı, alan açtı. Ne büyük şans!
O da onun şansı. Ama sadece şans değil. O, kendi şansını da sonuna kadar zorladı. Gerçekten çok zor koşullardan geldi ama asla çevresini, ilişkilerini kullanarak yükselmedi. Hiçbir zaman kolay yolu seçmedi. Tam tersine, saf yeteneğiyle, emeğiyle, üretimiyle var oldu. Onun yaşam biçimi zaten hep buydu: sade, kapalı, üretim odaklı, sessiz ama derin bir dünya.
Sergi sonrası neler değişti? İnsanların ilgisi, köydeki karşılık nasıl oldu?
Sergiden sonra köyde çok güzel anlar yaşanıyor. Geçen gün komşularımız, çocuklar geldi. Atölyeyi ilk kez gördüler. Çocuklar heyecanla her yere baktılar. Bir tanesi "Ben de resim yapıyorum, resimlerimi gösterebilir miyim?" dedi. Onu tekrar bekliyorum. O çocukların gözündeki merak, sanatın gerçek gücü işte. Eğitim, birle başar.
Bir çocuğun bir sanatçının atölyesine girmesi bile bir eğitimdir. O yüzden bu yer sadece bir atölye değil, yaşayan bir okul. Düşünsenize, o çocuklar belki de ilk kez bir sanatçının atölyesine girdi. Eserleri yakından görüyorlar, o atmosferi soluyorlar. Belki daha önce hiç galeri gezmemişlerdi bile. Onlar için unutulmaz bir deneyim olmalı.
Mustafa Ata, sanat tarihimizde çok sıra dışı bir isim. Sizce bir sanatçının sahip olabileceği en radikal özgürlük nedir?
Ne cevap verirdi acaba?
Çok merak ettiğim bir soru.
Bence eğer Mustafa bu soruya cevap veriyor olsaydı, ben tahminli bir cevap vermek istiyorum. "Üretmek" diyecekti. Çalışmak diyecekti. Sürekli çalışmak ve üretmek. Başka türlü hayatı kurtaramayız. Hep orasındaydı hayatın çünkü üretim olarak.
Yani çalışmadan özgürleşemeyiz derdi sürekli. Hiçbir zaman dışarıdan gelen etkilere göre hareket etmedi. Hep kendi iç sesinin peşinden gitti.
Sanatçı olmanın sizce en beklenmedik yan etkisi nedir?
Zor bir soru... Ama Mustafa için olumsuz bir yan etkiden söz edemem. Eleştiriler yazıldı, çok konuşuldu. Ama o olumsuz eleştirileri daha çok önemsedi. "Olumsuz bir şey olmalı ki, üzerine yeniden düşünebileyim," derdi. "Yine sanatçı olmak isterdim" derdi. Her koşulda sanatçı olmak. Sanatçı olmanın yan etkisi olamaz.
Sanatçının sürekli arkasında olmak lazım. Sanatçının nazikçe korunması gerekir.
Burada bir insanın insana sonsuz güveni çok tuhaf bir şey. Çok büyük bir sorumluluk. Doğru anladıysanız tabii. Bir sanatçının arkasında olmak, onu anlamak çok kıymetli. Benim için bu sadece eş olmak değil, bir sorumluluk. Benim ailemden aldığım icazet de öyle, herhangi biri vb. hiç önemli değil. "Selam verdiğiniz andan itibaren bir sorumluluk taşımak zorundasınız." Babam hep böyle derdi.
Kırlangıç figürleri her yerde dikkatimi çekiyor. Bunun özel bir anlamı var mı?
Evet, çok özel bir hikâyesi var. Eşyalar eve taşınacaktı, camlar takılacaktı. Bir gün eve geldik, salonun girişinde kırlangıçlar içeri girip çıkıyor. Mustafa şaşırdı, "Allah Allah, neden burada bu kadar kırlangıç var?" dedi. İçeri baktık, salonun girişine yuva yapmışlar. Yavrular uçmadan yerleşik düzene geçilmedi.
Mustafa yuvası olan yeri hep açık bıraktı, kenarına da küçük bir kırlangıç heykeli koyduk. Sonra dedi ki, "Buranın adı Kırlangıç Evleri olsun."
Her şey kırlangıçla başladı.
Kırlangıç, hem yuva kuran hem göç eden bir canlı. Bir yere ait ama her zaman özgür.
"Sanat, insana ahlaklı olmayı öneren bir yaşam biçimidir." Mustafa Ata
Mustafa Ata'nın hiç müze hayali olmuş muydu?
Hiç müzesi olsun istemedi.
Neden acaba?
"Ben ölümümü hatırlıyorum, müze falan konuşmayalım" diyordu. Ama hastalık süresince bu durumu çok düşündü ve aslında o süreç içerisinde olgunlaştı bu fikir. Ben bugün onun eserlerinin bir müze çatısı altında yaşamasını, yeni kuşaklara ilham olmasını çok istiyorum.
Atölyesi zaten başlı başına bir müze gibi. Eserleriyle, objeleriyle, ruhuyla yaşıyor. Bu kadar yoğun bir üretim, disiplin ve içsel derinlik... Sizce Mustafa Ata'nın sanat özü neydi?
Disiplin, dürüstlük ve derinlik. Zaten ne diyor Mustafa; -Anıt Atölyedeki duvarda yazılı olduğu gibi: "Sanat insana ahlaklı olmayı öneren bir yaşam biçimidir" Bu cümle, onun felsefesini özetliyor. Hayatının her alanında bu bütünlük vardır. Eserlerinde de, ilişkilerinde de, öğrencileriyle iletişiminde de.
Son olarak, Mustafa Ata'yı birkaç kelimeyle tanımlamanızı istesem?
Saf bir ruh. Üretimin içinde yaşayan, paylaşan, öğreten bir insan. Hiçbir koşulda pes etmeyen, her şeye rağmen "çalışmak" diyen bir adam. Onunla yaşamak, onun yanında üretmek benim için en büyük ayrıcalık.
Teşekkür ederim.
Ben de sizinle tanış olmaktan büyük onur duydum.
Gönül Hanım, çok teşekkür ederim duygularınızı açtığınız için. Siz eşinizi, Mustafa Ata'yı anlatmaya devam edin lütfen. Çünkü sanatla, aşkla, dirençle yoğrulmuş bir hayat asla unutulmaz.
Kırlangıç, hem yuva kuran hem göç eden bir canlı. Bir yere ait ama her zaman özgür. Bu cümle, sadece atölyenin hikâyesini değil, Mustafa Ata'nın bütün sanat felsefesini özetler gibi. O, sanatı ahlaklı bir yaşam biçimi olarak gören, disiplini, dürüstlüğü ve derinliği ilke edinen saf bir ruh. Gönül Hanım'ın sözleriyle bitirelim: "Sanatla, aşkla, dirençle yoğrulmuş bir hayat asla unutulmaz." Çünkü o atölyede, sanatın en beklenmedik yan etkisi olan ölümsüzlük üretilmeye devam ediyor. Bize düşen, sadece kırlangıçların göç yollarına bakmak ve bu mirası korumaktır.
Mustafa Ata'nın, 18. İstanbul Bienali Paralel Etkinlikler kapsamında gerçekleştirilen "Askıda / Suspended" başlıklı koleksiyon sergisi, 5 Ocak 2026 tarihine kadar Şile'de yer alan Anıt Atölye'de pazartesi ve çarşamba hariç her gün 12.00 – 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.









