Geçmişin acılarını sürekli hatırlatmak, yaşanan yaraları her seferinde yeniden kanatmak, toplumun ruhunda onulmaz bir sızı oluşturur. Bir milletin yaralarını sürekli kaşımak, onun geleceğe yürüyüşünü engellemekten başka bir işe yaramaz. Oysa toplumlar, büyük acılardan ders çıkararak, geleceğe umutla bakmayı bildikleri ölçüde güçlüdür. Türkiye, tarih boyunca çok acılar yaşamış, büyük bedeller ödemiş ama her defasında küllerinden doğarak yeniden yoluna devam etmiş bir ülkedir. Bu coğrafya, hem destansı kahramanlıkların hem de derin yaraların tanığı olmuştur. Fakat asıl önemli olan, yaraları sürekli kanatmak değil, onları iyileştirerek geleceğe emin adımlarla yürümektir.
Bu bağlamda, tarihten bir örneği hatırlatmak isterim. Ağrı bölgesinde önemli bir yere sahip olan Sipikan aşireti, Osmanlı'nın son dönemlerinde devletin yanında durmuş, yıllarca Ruslara karşı savaşmış, devletin himayesinde ve desteğinde önemli roller üstlenmiş bir aşirettir. Bu aşiretin lideri Abdülmecit Bey, hem bölgesinde itibarı yüksek bir bey olmuş hem de devletin yanında, devlet için mücadele etmiş bir şahsiyettir. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde de emeği geçen, devletin önem verdiği, desteklediği isimlerden biri olarak tarihe geçmiştir.
Ancak Abdülmecit Bey'in oğlu Halis Bey'in hikâyesi daha farklıdır. Zilan Katliamı sonrasında ortaya çıkan gerginliklerde ve kısa süreli Ağrı Cumhuriyeti döneminde devletle silahlı mücadeleye girişen Halis Bey, daha sonra İran'a sığınmak zorunda kalmıştır. Yıllar sonra, 1940'lı yıllarda çıkarılan af sayesinde Türkiye'ye dönmüş, 1950 ile 1960 yılları arasında Demokrat Parti'den milletvekilliği yapmıştır. Menderes hükümetlerinde aktif bir siyasetçi olarak yer almış, Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul görmüş, Meclis'te bölgesini temsil etmiştir. Düşünün ki, bir dönem silahlı mücadeleyle devletin karşısına çıkan bir isim, devletin sağladığı af sayesinde yeniden topluma kazandırılmış ve ülkenin yasama organında söz sahibi olmuştur. Bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin büyüklüğünün, devlet aklının ve kapsayıcılığının en önemli göstergelerinden biridir.
Türkiye, o günün şartlarında bir isyanı kanla, gözyaşıyla değil, sonunda akılla ve sağduyuyla çözmeyi başarmıştır. Bugün yaşadığımız terör sorunları da aslında geçmişte benzer biçimlerde yaşanmış, fakat devletin kucaklayıcı iradesi sayesinde çözüme kavuşturulmuştur. Bu topraklarda terör, dış güçlerin desteğiyle sürekli canlı tutulmaya çalışılmıştır. Ancak tarihin her döneminde Türkiye, bu oyunları bozmayı başarmıştır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti, gerektiğinde gücünü ortaya koyan, gerektiğinde ise babalığını gösteren bir devlettir.
Yakın zamanda yaşanan siyasi gelişmeler, aslında Türkiye'nin geleceği açısından önemli işaretler taşımaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 1 Ekim'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında DEM Parti milletvekilleri ile el sıkışması, barış dilini güçlendiren bir adımdır. Yine Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin aynı gün uzattığı barış eli, Türkiye'nin artık bu kavga ortamından çıkması gerektiğine işaret eden önemli bir iradedir. Bu tavır, Türkiye'de barışın tesis edilmesi için atılan sembolik ama güçlü adımlardır. Bu irade, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi içindeki kavgaları bir kenara bırakması gerektiğini ortaya koymakta, topluma umut aşılamaktadır.
Devletin, geçmişin acılarına bir set çekerek, babalığını ortaya koyarak Türkiye'de bir barış iklimini hâkim kılma çabası, geleceğe dair en büyük güvencemizdir. Çünkü barış, sadece silahların susması değil, aynı zamanda gönüllerin de birbirine yaklaşmasıdır. Siyasetin dilinin yumuşaması, kavgacı üslubun terk edilmesi, bu sürecin en önemli şartıdır. Türkiye, içeride birliğini ve beraberliğini sağladığı ölçüde, dışarıda da daha güçlü olacaktır.
Bugün Türkiye'ye yönelik tehditlerin başında, dış güçlerin ülkemizi içeriden karıştırma, toplumun birlik duygusunu parçalama çabaları gelmektedir. Terör örgütleri, aslında bu dış güçlerin maşasıdır. Amaç, Türkiye'nin yükselişini engellemek, enerjisini iç kavgalarla tüketmesini sağlamaktır. Oysa Türkiye, artık bu oyunlara gelmeyecek kadar olgunlaşmış, güçlenmiş ve bilinçlenmiştir. Bu zincirlerin kırılması, milletimizin geleceği açısından hayati önemdedir.
Artık Türkiye, barışı konuşmalı, birliği konuşmalı, huzuru konuşmalıdır. Kandan ve gözyaşından kimse fayda elde edemez. Sürekli geçmişteki yaraları kaşımak, onları yeniden kanatmak, topluma sadece yeni acılar getirir. Oysa bir yaranın iyileşmesi, üzerine kabuk bağlaması ve zamanla şifasını bulmasıyla mümkündür. Sürekli kaşınan, sürekli kanatılan yara asla iyileşmez. Türkiye'nin en büyük ihtiyacı, o yaraların kendi doğallığında iyileşmesine fırsat tanıyacak bir barış iklimidir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, dün çözebildiğini bugün de çözebilir. Çünkü bu devlet, milletinin gücüyle ayakta duran bir devlettir. Tarihin her döneminde hem içeriden hem dışarıdan türlü oyunlara maruz kalmış, fakat her defasında bu oyunları bozarak yoluna devam etmiştir. Bugün yapılması gereken, milletin bütün kesimlerini kucaklayan bir dilin hâkim olması, kimseyi ötekileştirmeyen bir siyasetin güç kazanmasıdır.
Türkiye, artık sadece bölgesinde değil, dünyada da yükselen bir güçtür. Savunma sanayiinden enerji hamlelerine, diplomasiden ekonomiye kadar her alanda adımlarını sağlam atmaktadır. Ancak bu yükselişi gölgelemek isteyenler, içeriden fitne tohumları ekmeye çalışmaktadır. O yüzden bugün, her zamankinden daha fazla birlik olmalı, her zamankinden daha güçlü bir şekilde kenetlenmeliyiz. Birliğimizi bozmak isteyenlere prim vermemeli, kavgacı dile değil, barışın diline sarılmalıyız.
Çünkü kazanan, barışın olmadığı bir Türkiye değil; barışıyla, huzuruyla, birliğiyle yükselen Türkiye olacaktır. Kazanan, bölgesinde oyun kuran, dünyada söz sahibi olan Türkiye olacaktır. Kazanan, dış güçlerin oyunlarını bozan, dimdik ayakta duran, güçlü Türkiye olacaktır.
Türkiye'nin yarınları için barış, sadece bir seçenek değil, bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, hem iç huzurumuz hem de dış dünyada güçlü bir şekilde var olabilmemiz için gereklidir. Devletin kapsayıcı iradesi, siyasetin uzlaşmacı dili ve milletin birlik ruhu ile bu zorunluluk başarıya dönüşecektir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, büyüklüğünü dün gösterdi, bugün de gösterecek, yarın da gösterecektir.
Gelecek, yaralarını sürekli kanatanların değil, yaralarını iyileştirenlerin, kavga edenlerin değil, barışanların, bölünmek isteyenlerin değil, bir olanların olacaktır. Ve unutulmamalıdır ki, barışın asıl kazananı Türkiye'dir. Çünkü bu topraklarda barış ne zaman yeşerse, sadece Türkiye değil, bütün bölge kazanacaktır.
Bugün önümüzde yeni bir fırsat var. Devletin uzattığı barış eli, siyasetin sergilediği uzlaşı dili, toplumun özlediği huzuru getirebilir. Yeter ki bu fırsat heba edilmesin. Yeter ki bu kez, gerçekten barışın dili hâkim olsun. O zaman Türkiye, hem içeride hem dışarıda dimdik ayakta duracak, hem bölgesinde hem dünyada adaletin, barışın ve huzurun sesi olacaktır.









