Bism-i Subhanehû!
Merhaba değerli okuyucularımız, merhaba… Yeni bir günün eşiğinde, Haberler.com haber portalımızda sizlerle buluşmanın heyecanıyla "bismillah" diyoruz. Bundan böyle bu güzîde mecra üzerinden de âvâzımızı sizlere ulaştırmanın gayreti içerisinde olacağız. Yazılarımızın öznesinde geleneksel sanatlarımız, hakikatli ustalarımız ve medeniyetimizden kaybolup giden güzelliklerin izi bulunacak.
İlk yazımızın odağında Kayseri Üniversitesi Öğretim Üyesi, Bakır Kakma Sanatkârı Doç. Dr. Ebubekir İnan var.
Malum olduğu üzere, cemiyetimizin hakikatli ustalara borcu bulunuyor. Haddizatında âkil insanın bilançosu alacak yazmaz; borç yazar. Dolayısıyla biz de bu platform vesilesiyle, bir nevi cemiyetimize ve öz sanatlarımızın ustalarına olan borcumuzu ödemeye niyet ediyoruz.
Bu yazı, Ebubekir İnan Hoca özelinde, hayatımızı yaşanılır kılan devr-i kadîm ve devr-i cedîd ustalarına ihtiram beyanıdır.
Bir bilge, sanatı ve zanaatı şöyle tarif eder:
"Sanat, insanı değerli kılan; insanı insan yapan bütün ruh güzelliklerinin eşyaya ve eşyanın takdimine yansımasıdır."
İnsan, ahsen-i takvîm üzere yaratılmıştır
İnsan, ahsen-i takvîm üzere yaratılmıştır; yani en güzel kıvamda… Onun için güzel görür, güzel söyler, güzel eyler.
Önce ustaların gönüllerine, gözlerine, ellerine çarpar güzellikler; ustalar ikliminde kabiliyetle, emekle, azimle, gayretle ve sabırla tanışır, yoğrulur, ardından sanata, zanaata, esere dönüşür.
O vakit biz, usta bir el tarafından çekilmiş edalı bir celî sülüs elifin önünde dalıp gideriz.
Bir ata vurulacak eyerin koşum takımlarındaki bakır kakmaların parıltısında ruhumuzun ışıltılarını görürüz.
Bir tezhibin paftalarında dağılıp ötelere karışırız, bir çininin turkuazında pişeriz ateşlerde.
Bir nakkaşın fırçasında renk olur, bir tesbih ustasının habbesinde sabrın sırrına ereriz.
Bir mûsikî ustasının nefesinde, bir sazendenin mızrabında ağlamaya dururuz bazen…
Hâsılı, ustalar bizi ilmek ilmek dokurken, güzelliklerle de donatırlar.
Ustalarla biz, mesleği, sanatı ve hayatı kuşanırız.
Bakır, sanatkârlara ilham kaynağı olmuştur.
Böyle bir girişten sonra bakır kakma sanatına müşfikâne bir nazar yönelterek evvelemirde bir hüküm cümlesi kuralım: Bakır, asırlar boyunca birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur.
Kültür ve sanat ekseninde kaleme aldığım bu ilk yazıda, medeniyetimizin madenle, sabırla ve zarafetle yoğrulmuş bir alanına; bakır kakma sanatına yönelmek istedim.
Zira kadim sanatlarımız, sadece estetik alanı değil; ahlâk, edep ve terbiyeyi de taşır. Bu geleneğin yaşayan halkaları arasında yer alan Doç. Dr. Ebubekir İnan, bakırın derin katmanlarında sabrın, emeğin ve ustalığın izini süren müstesna bir sanatkâr olarak Erciyes dağının eteklerinde zikir sesi alıyor!
Bu vesileyle, gelenekli sanatlarımızın kuşaktan kuşağa aktarılmasında emekleri bulunan tüm ustalara, hattat hocalarımıza, müzehhiplerimize, kalem erbabımıza hürmetle...
Zira her biri, aşkın bir gönül lisanıyla mürekkebin, desenin, hattın, ebrunun, çininin, minyatürün, katı'ın dilini çözmüş, estetiği ahlâkla buluşturmuş abide şahsiyetlerdir.
Sanatla İlk Buluşma
Ebubekir Hoca, sanat yolculuğuna lise yıllarında "kara kalem"le başlıyor:
"Geleneksel sanatlara ilgim lise yıllarımda başladı. O dönemlerde kara kalem ve çeşitli tekniklerle resimler çalışıyordum. Okumalarım sırasında İslâm medeniyetinde, özellikle de Osmanlı'da sanatın nasıl geliştiğine dair araştırmalara rastladım. Hadis-i Şeriflerin ışığında İslâm sanatlarının doğuşu anlatılıyordu. O andan itibaren bu sanatlar benim iç dünyamda da yer etmeye başladı."
Bu enfüsî (içsel) uyanış, zamanla bir meşk disipliniyle olgunlaşıyor. İnan, araştırarak, sabırla, gözle ve gönülle "öz sanatlarımızın" inceliklerine vâkıf oluyor.
Matematik ve Estetik Arasında İnce Bir Hat
Matematikle sanatın kesiştiği yerde, İnan'a göre ruhun dili konuşuyor:
"Sanat sadece göze değil, ruha da hitap eder. Ölçü, oran, estetik gözetilerek hazırlanmış bir hüsn-i hat eserinde hiçbir şey gözü rahatsız etmez. Her harf, her nokta, her hareke yerli yerindedir. Hocalarımız 'Göz terazidir.' derler. Matematiği bilmek bu ahengi daha bilinçli okumayı sağlıyor. Ben de bu noktada iki alanın iç içeliğini bir lütuf olarak görüyorum."
Bakırın Asliyet Şuuru: Teknik ve Tecrübe
Ebubekir Hoca, kakma işleminde rölyefteki gibi çukur ya da tümsek oluşturmadan, düz bir yüzey üzerinde net çizgiler elde etmeyi tercih ediyor: "Bu teknik, harflerin geometrisini koruma noktasında çok etkili. Çalışmalarımda genellikle hattat hocalarımızın istiflerini işliyorum."
Malzeme seçimi ise sanatkârın karakterini ele veriyor:
"En temel malzeme elbette bakır levhadır. Kompozisyona göre levhanın kalınlığı değişir. Dar alanda ince, geniş yüzeyde kalın levha kullanırım. Zamanla kendi tekniğime uygun âletleri kendim yaptım. Gürgen, dişbudak, ıhlamur gibi ağaçlardan kalemler, metal uçlar, farklı ebatlarda çekiçler... Ayrıca kimyasallarla bakırı oksitlendiriyor, sonrasında altın varakla parlatıyorum.
Eserin Ruhu, Ustanın İmzası
Bu teknikle yapılamayacak iş yok. Ev duvarlarından masa üstü objelere kadar... Rûmî motif de olur, hüsn-i hat istifi de, soyut bir desen de. Ben genelde hat eserleri tercih ediyorum. Şimdiye dek açtığım sergilerimin tamamı bu eksende şekillendi."
Muhatabımız sanatla zanaatın kesiştiği noktayı da şöyle tarif ediyor:
"Kakması yapılacak desene sadık kalmak bu sanatın temelidir. Deseni kendi çizebilen sanatçı için süreç daha tabiî işler. Fakat başka bir sanatçıya ait desen kullanılacaksa izin almak gerekir. Eser, kimlik kazandığında sanat eseri olur. Bir işi imzasız gören biri 'Bu, Ebubekir İnan'a ait' diyebiliyorsa, işte o zaman sanat vücut bulmuştur."
Sekiz Bin Yıllık Dost: Bakır
İnan'a göre bakır, insanlık tarihinin ilk "dil bilen" madenidir:
"Bakır, yumuşaklığı, işlenebilirliği ve zarif rengiyle insanlık tarihinin ilk madenlerinden. Sekiz bin yıldır işleniyor. Osmanlı döneminde kazan, tepsi, sahan gibi eşyalar üzerindeki kalem işleriyle sanatın zirvesine ulaştı. Fener, avize, şamdan gibi pek çok objede de bakırın izine rastlıyoruz."
Bir Eserin Eser Olabilmesi İçin…
Bir bakır kakma eseri, tıpkı bir hüsn-i hat gibi ölçüye, sabra ve nezakete muhtaçtır:
"Desene sadık kalınmalı, oksitlendirme ideal olmalı, parlaklık gözü yormamalı, varaklama dikkatlice yapılmalı ve tarz bütün olarak yansıtılmalı. Ancak o zaman eser kimlik kazanır."
Onun için sanat bir iddia değil, bir vazifedir. Kendini "eser ortaya koyan biri" olarak değil, kendisine emanet edilen sözü yerli yerine koymaya çalışan biri olarak görüyor. Söyleyen o değildir; sadece yer açandır!
Bir âyet-i kerîme ya da hadis-ı şerif üzerinde çalışırken hevesle değil, hürmetle hareket ediyor. Ölçüye dikkat etmek, malzemeye saygı duymak, acele etmemek… Bunların her birini bir nezaket borcu telakkî ediyor.
Onun tek dileği, bir gün eserine bakan birinin kalbinde küçük de olsa bir ferahlık uyanması. Bu gerçekleştiğinde, gayesinin yerine geldiğine inanıyor.
Hat Sanatıyla Gönül Bağı
Ebubekir Hoca'nın gönlünde ayrı bir köşe de hüsn-i hat sanatına ayrılmıştır:
"Hüsn-i hat talebesi olmak isterdim, fakat zaman bulamadım. Ancak yıllardır hattatlarımızın eserlerini inceledim. Hattat Mahmut Şahin başta olmak üzere eserlerini kullanmama izin veren tüm hocalarıma minnettarım. Kakma sürecinde sürekli iletişimdeyiz, her bozulmada uyarırlar; ben de eser kusursuz olana dek çalışırım."
Ebubekir Hoca nezdinde bakır konuşur; ruhumuza dokunur! Nazlıdır, sabrı ve ölçüyü öğretir, her darbede niyetimizi sınar. Hata affetmez, izi kalır. Yeri geldiğinde emanet, bazen şahit, kimi zaman da temiz bir sayfa gibidir. Üstüne işlenen âyet ve hadislerle süsten çıkar, hatırlatan, teselli veren bir dost olur; diliyle değil, hâliyle nasihat eder.
Hakikatli sanatkâr Ebubekir İnan işine önce kalbini arındırarak başlıyor. "Bu yaptığım kime hizmet edecek, hangi hakikate şahitlik edecek?" sualinin cevabını arıyor. Gayesi kendini göstermek değil, mânâyı layıkıyla ifade etmektir. Çünkü niyet yanlışsa, yapılan şeyin ruhu olmaz.
O, eseri kutlu bir emanet olarak görüyor. Malzemesi de sözü de keyfe keder, lâ yüs'el değil! Her harfe, her çizgiye, her orana hürmetle yaklaşıyor. "Ben yaptım" demiyor, zira biliyor ki sanat, kulluğun farkına varma biçimidir.
Sanatkâr ölçüye sadıktır. Harfin oranına, çizginin ahengine, boşluğun sessizliğine kadar her şeyi ciddiye alır. Nizama ihanet, mânâya ihanettir. Hata onun için lüks değildir.
Onun gayesi gösteriş değil, tesirdir. "Kaç kişi beğendi?" diye sormuyor; "Kaç kalp yumuşadı. Böylelikle kaç gönle girdik?" diyor. Ve biliyor ki yaptığı iş bâkî değildir. Eser, sadece zamana emanet edilen şâhitliktir. Bu cümleden hareketle sanatkâr kendine değil, işine ömür biçer.
Muradı, Hakikati Görünür Kılmak
Kısacası Doç. İnan'ın muradı kendini büyütmek değil, hakikati görünür kılmaktır. En güzel eser "Ben daha âlâ keyfiyette yazarım, çok daha iyisini yaparım" diyenin değil, "Ben sadece hatırlatırım" diyebilenindir.
Sanatın Kaydı ve Geleceği
Ebubekir İnan, sanatı yalnızca icra edilen bir meşgale değil, korunması ve kayıt altına alınması gereken bir değer olarak görüyor: "Sanatın icrası kadar, duyurulması ve kayıt altına alınması da mühim. Sanatçılara sahip çıkılmalı. Sanatla meşgul gençlerin ruhlarındaki değişimi gördükçe bu inancım pekişiyor. Bu alandaki gelişmelerin ve imkânların artması memnuniyet verici."
Son Kelâm Yerine…
Bakır, ateşin diliyle yoğrulmuş bir maden... Onun sesini duymak, sabrın, emeğin, estetiğin ve teslimiyetin sesini duymaktır.
Doç. Dr. Ebubekir İnan, o sesi duyan, ona kalbini tercüman eden bir sanatkâr.
Haddizatında o birbiri ardına aşk ettiği çekiç darbeleriyle bakıra değil, ruhun derinliklerine şekil veriyor. Ve biliyor ki, gerçek sanat, malzemeyi değil, gönlü, ruhu inceltmektir!
Yazı No: 1







