İlişkiler, hayatımızın en renkli ama aynı zamanda en sancılı sahalarından biridir. İki ayrı dünyanın, iki ayrı tarihin buluşmasından doğan bu birliktelikler, kaçınılmaz olarak sürtüşmeleri de beraberinde getirir.
Kimi zaman bir bakış, kimi zaman bir söz, önemsiz gibi görünen bir ayrıntı, beklenmedik bir fırtınanın fitilini ateşleyebilir. Peki, bu fırtınalar ilişkinin sonunun habercisi midir? Aslında hayır. Mesele, fırtınanın kendisinde değil, onunla nasıl baş ettiğimizdedir.
Çatışma, iki insanın varlığının ve bireyselliğinin en doğal kanıtıdır. Karakterler, beklentiler ve hayata bakışlar farklılaştıkça, gerginliklerin ortaya çıkması son derece insanidir. Önemli olan, bu durumu bir "savaş" olarak değil, bir "yol bulma" vesilesi olarak görebilmektir. Ne yazık ki pek çoğumuz, çatışmadan ölesiye korkar, onu yok sayar ya da üstünü örteriz. Oysa bastırılan her anlaşmazlık, ilişkinin temelinde biriken sessiz bir öfke birikintisine dönüşür. Zamanla bu birikinti, güven ve sevgi bağlarını kemiren, aşılamaz bir uçurum halini alabilir.
Peki, bu kaçınılmaz olguyu bir yıkım değil de bir inşa aracına nasıl dönüştüreceğiz?
İlk adım, iletişim dilimizi gözden geçirmektir. Suçlayıcı "sen" cümleleri ("Sen zaten hiç anlamıyorsun!"), karşı tarafı doğal olarak savunmaya ve karşı saldırıya iter. Oysa "ben" dilini kullanmak ("O söylediğinde kendimi çok yalnız hissettim"), savunma duvarlarını yıkarak bir köprü kurmamızı sağlar. Bu, bir zayıflık işareti değil, olgunluk göstergesidir.
Ancak iletişim sadece konuşmaktan ibaret değildir. Belki de daha değerli olan kısmı, gerçek bir "dinleme" eylemidir. Karşımızdakini, cevap hazırlama telaşına düşmeden, tüm varlığımızla dinlemek... Onun sözlerinin ardındaki duyguyu, ihtiyacı anlamaya çalışmak... İşte bu empati becerisi, çatışmanın zehrini alır ve onu bir diyaloğa dönüştürür.
Unutulmamalıdır ki, çatışmaların galibi ya da mağlubu olmaz. Asıl hedef, "kimin haklı olduğunu" kanıtlamak değil, "birlikte nasıl mutlu olunacağının" yolunu bulmaktır. Bu, bir tarafın diğerine boyun eğmesi değil, ortak bir zeminin, bir "biz" çözümünün inşasıdır. Bazen bu çözüme ulaşmak için bir mola, bir nefes alanı gerekir. Hemen çözüm dayatmak yerine, sükûnetle düşünmek için verilen bir mola, ilişkiye berraklık ve olgunluk getirir.
Son söz olarak; ilişkilerdeki çatışmalar, tıpkı bir istiridyenin içine giren kum tanesi gibidir. Onu tahammülle, sabırla ve sevgiyle sarmalarsanız, sonunda pırıltılı bir inciye dönüşebilir. O kum tanesinden kaçmak yerine, onu bir süs eşyası haline getirmenin yollarını aramak, ilişkileri daha da güçlendiren bir olgunlaşma sürecidir. Çatışmalardan korkmayalım; onları, birbirimizin rengini daha iyi görebileceğimiz bir ayna olarak görelim.









