Fatma Ece Gödeoğlu

Çıplaklık çağında arzunun anatomisi

23.09.2025 12:57
Haber Detay Image

Roland Barthes'in o ünlü vecizesi, Byung-Chul Han'ın yeniden yorumuyla, yalnızca erotizm üzerine değil, modern dünyada arzunun ve anlamın kendisinin neliği üzerine derin bir ders sunar: En çekici olan, tamamen açığa çıkmış olan değil, neredeyse açığa çıkmış olandır.

Bu, sadece bir bedenin estetiği ile ilgili değil, bir varoluş felsefesidir. Barthes bize, gerçek çekiciliğin, "olan" ile "olmayan" arasındaki o ince, elektrikli sınıra yerleştirildiğini söyler. Gömleğin bir düğmesinin açılması, bir eteğin hafifçe savrulması, bir eldivenin bilekten çıkarılması... Bu anlar, teşhir değil, bir vaattir. Zihni, "acaba?" sorusuyla harekete geçirir. Hayal gücünü, o boşluğu doldurmaya, o görünmeyeni tamamlamaya davet eder.

Erotizm, bu anlamda, bir bilmece oyunudur. Giysi, sadece örtmez; vücudu bir sanat eserine dönüştürür, ona bir çerçeve ve bir kompozisyon verir. Onu anlatılmamış bir hikâyenin nesnesi yapar. Tam bir çıplaklık ise bu hikâyeyi anlatır, son noktayı koyar ve böylece izleyicinin zihnindeki yaratım sürecini – yani arzunun ta kendisini – sonlandırır. Arzu, bir boşluğa, bir eksiğe, tamamlanmamışlığa yöneliktir. Tamamlanmış ve her yanı görülebilir olan, arzunun nesnesi olmaktan çıkar; tüketilecek bir imaj haline gelir.

Byung-Chul Han'ın bu fikri "güzellik" bağlamında yeniden ele alması son derece isabetlidir. Onun sıklıkla eleştirdiği "şeffaflık toplumu"nun tam da panzehridir bu. Bizler her şeyin sergilendiği, hiçbir şeyin saklanmadığı, mahremiyetin pazara sunulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Sosyal medya, sürekli bir öz-teşhir ritüeli. İlişkiler, hızlı ve dolaysız bir tüketim nesnesi.

İşte Barthes/Han ikilisinin öğretisi, bu çağa dair güçlü bir itiraz ve nostaljik bir çağrı değil, insani bir gerçeğin hatırlatılmasıdır: Gizem, arzunun oksijenidir.

Tıpkı iyi bir romanın tüm cevapları ilk sayfada vermemesi, bir şarkının en güzel kısmının dinledikten sonra kulağınızda çınlaması gibi, insan ilişkisinin ve çekiciliğin derinliği de tamamen ifşa edilmiş olmaktan değil, keşfedilecek bir katman, çözülecek bir sır bırakmasından gelir.

Bu, utangaçlığa ya da çekingenliğe bir övgü değil, bir sanat övgüsüdür. Jestlerin, bakışların, giysilerin ve sözlerin arasına ustalıkla serpiştirilmiş bir gizemin sanatı. Gerçek güzellik, bir heykelin donmuş mükemmelliğinde değil, rüzgârda hafifçe kalkmış bir perdenin ardında henüz tam seçilemeyen bir gölgenin hareketindedir. Bu noktada görünmez olanı ima etmek, görünen her şeyi göstermekten çok daha güçlüdür. Çünkü asıl büyü, bizim tamamladığımız şeydedir. Ve arzu, ancak tamamlanmamış olanı tamamlama dürtüsü olduğu sürece var olmaya devam eder.

Yazarın Tüm Yazıları

title