İnsan zihninin en kadim çatışması nedir?
Vicdanla otorite arasında sıkışıp kalmak…
Kişisel ahlakla toplumsal roller arasında parçalanmak…
İşte Hint destanı Mahabharata'nın bir parçası olan Bhagavad Gita, tam da bu çatışmanın üzerine inşa edilmiş psikolojik bir şaheserdir denilebilir.
Savaş meydanında, akrabalarına karşı silah kuşanmak zorunda kalan savaşçı Arjuna'nın tereddüdü, aslında hepimizin zaman zaman yaşadığı bir iç hesaplaşmanın metaforudur. Yanıbaşında ise ona yol gösteren Tanrı Krishna durur: "Görevini yap, ama sonuçlara bağlanma."
Peki, insan doğası gerçekten de "sonuçlara bağlanmadan" eylemde bulunabilir mi?
Ya da daha önemlisi: Görev adı altında, vicdanımızı ne kadar susturabiliriz?
Otorite ve İtaetin Psikolojisi: Milgram'dan Gita'ya
1960'larda sosyal psikolog Stanley Milgram'ın yaptığı ünlü deney, insanın otorite karşısındaki kırılganlığını gözler önüne serdi. Denekler, otorite figürü "devam et" dediği sürece, başka bir insana ölümcül elektrik şokları vermeye devam etti. Çoğu içsel bir çatışma yaşadı, tereddüt etti, hatta protesto etti — ama sonuçta itaat etti.
Aynı Arjuna gibi…
Ancak Gita'yı sadece bir "itaat metni" olarak okumak eksik kalır. Krishna, Arjuna'ya sadece "savaş" demez; ona kendi özünü, eylemin doğasını ve evrensel düzeni anlatarak içsel bir dönüşüm yaşatır. Yani amaç körü körüne itaat değil, bilinçli bir sorumluluk almaktır.
Milgram'ın denekleri bu içsel dönüşümü yaşayamadı. Onlar için "görev", dışsal bir emirdi; içsel bir anlayış değil.
Oppenheimer: Görevin Ağır Yükü ve Gita'nın Sesi
II. Dünya Savaşı'nda atom bombasının yapımına öncülük eden J. Robert Oppenheimer'ın hikâyesi, modern çağın en trajik "Arjuna" örneklerinden biridir. Bilim insanı olarak "görevini" yaptı. Ancak Trinity testi sırasında göğe yükselen o devasa ateş topuna baktığında, zihninde yankılanan cümle Gita'dan oldu: "Artık ben Ölüm'üm, dünyaların yok edicisi."
Bu söz, Oppenheimer'ın yaşadığı derin bilişsel çelişkiyi dışa vuruyordu. İnsan, inandığı değerlerle yaptığı eylemler çeliştiğinde, zihin ya vicdanı bastırır ya da eyleme metafizik bir anlam yükleyerek kendini korumaya alır. Oppenheimer, Gita'nın kadim dilini bir nevi psikolojik savunma mekanizması olarak kullandı. İlginçtir: Aynı Gita metni, Mahatma Gandhi'ye ise tamamen farklı bir yol çizdi. Gandhi, Gita'yı şiddetsiz direnişin (ahimsa) ve içsel arınmanın bir rehberi olarak yorumladı. Ona göre gerçek savaş, kişinin kendi içindeki tutku, benlik ve cehaletle olan savaştı.
Peki nasıl oldu da aynı metin, biri yıkımı meşrulaştırmak için diğeri barışı inşa etmek için kullandı? Cevap basit: Metin değil, insan doğası şekillendirir.
İnsan, içinde bulunduğu psikolojik duruma, ahlaki ihtiyaçlara ve tarihsel bağlama göre metinlere farklı anlamlar yükler.
Günümüzde Arjuna'nın İkilemi: Görev mi, Vicdan mı?
Gita'nın bize hatırlattığı evrensel gerçek şudur: Görev ve vicdan arasındaki çatışma, insan olmanın doğasında var.
Tıpkı Krishna'nın Arjuna'ya söylediği gibi:
"Sadece eyleme hakkın var, eylemin sonuçlarına değil."
Unutmayalım: Kararlarımız, bizi ya yıkımın ya da direnişin tarafına koyar.
Seçim, her zaman içimizdeki vicdandadır.









