Hayat, bazen bir nehir gibi akıp gider, bazen de beklenmedik kıvrımlarla doludur. Her anı bir ders, her deneyimi bir armağandır.
Arzu Onay, Erzurum'un sert kışlarından Ege'nin ılık rüzgârlarına, kurumsal dünyanın yoğun temposundan Amerika'nın geniş ufuklarına ve bugün huzur bulduğu köy yaşamının dinginliğine uzanan yolculuğun incelikli bir anlatıcısı. Eski bir satış müdürü olarak tüm kariyerini geride bırakıp hasta bakıcılıktan kafe işletmeciliğine uzanan bambaşka bir yaşam kuran Onay, şimdi bir emekli olarak hayatın farklı katmanlarında biriktirdiği anıları ve duyguları bir terzi titizliğiyle işleyerek torunu Arya' ya ithaf ettiği Anu kitabının sayfalarına dokuyor.
Bu kitap Arzu Onay'ın yaşam yolculuğunun sessiz ama derin izlerini taşıyor. Sadece kişisel bir kronik değil adeta hayatın labirentinde yol arayan her ruh için bir kılavuz. Onay, karşılaştığı zorlukları, bunlardan doğan umutları ve öğrendiklerini samimi bir dille paylaşırken, adeta bir ayna tutuyor okuyucunun kalbine. Aile bağlarının derinliği, kayıpların bıraktığı izler ve yeniden doğuşların ruhsal tınısı, Onay'ın kaleminde bir bütün olarak ortaya çıkıyor. Üstelik kitabın gelirlerinin ihtiyaç sahibi çocuklara ve hayvan barınaklarına ayrılması, bu yaşam hikâyesine ayrı bir boyut, bir şefkat akoru katıyor; Onay, sadece bir hikâye anlatmakla kalmayıp, dokunduğu hayatları dönüştürme arzusunu da okura fısıldıyor.
Bu özel röportajda, Arzu Onay'ın kitabının saklı sayfalarına doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Kişisel yolculuğunun, toplumsal ve evrensel temalarla nasıl iç içe geçtiğini, yaşanmışlıkların nasıl birer ilham kaynağına dönüştüğünü keşfedeceğiz. Gelin, müziğin tınıları gibi kelimelerin derinliklerinde yankılandığı bu yaşam senfonisine adım atalım; çünkü burada her satır, ruhun en gizli köşelerine dokunan, kendi içsel yolculuğumuzu başlatmamıza olanak tanıyan bir anahtar taşıyor.
Hayat kitabının önsözünde ne yazıyor?
Paylaşmak… Çünkü hayatımda ne öğrendiysem, neye dönüştüysem hepsi bir paylaşımın sonucuydu.
Bir yaşam yolculuğu anlatıcısı olarak ruhunun pusulası hangi yıldızlara göre ayarlıydı ve bu yolculukta en çok hangi rüzgâr sana eşlik etti?
Ben pek yıldızlara, rakamlara ya da rüzgârlara göre yol alan biri değilim. Hep koyduğum hedefe odaklanarak ilerledim. "Su, yolunu bulur" derler ya… Ben suyun kendi yolunu bulmasını beklemek yerine, elimde kazma kürek ona yeni bir yol açmayı tercih edenlerdenim.
Kariyerindeki dönüşümler Erzurum'dan Amerika'ya oradan Urla'ya uzanan bu coğrafî ve mesleki geçişler senin "içsel müziğinde" hangi makam değişikliklerine yol açtı?
Zor bir ailede büyüdüm, binlerce Türk kızı gibi. Hayatta bir fırsat yakalayabilmek için çok çabaladım. Hep dik başlı ve isyankâr oldum. Buna "içsel müzik" denir mi bilmiyorum ama bildiğim tek şey şu: Verdiğim her mücadele beni sonunda bir şekilde başarıya götürdü.
Henkel'de satış müdürlüğü gibi kurumsal bir yapının ardından Keçi Kafe'de tatlı ustalığına geçmek… Bu iki farklı dünyanın ritmi ruhunda nasıl bir harmoni yaratt? Senin için hangi "satış" daha doyurucuydu?
Keçi Kafe' deki tatlı ustalığına dönüşmeden önce hasta bakıcılığına dönüşmek benim için daha zorlu bir dönemdi. Amerika'ya gittiğimde hayatin en dip zemininde dolaştım. Yalnızlık, parasızlık, iletişimsizlik ve vasıfsız biri gibi hissetmek… Bunlar hayatımın en zor kısmıydı. Hayatıma bir isim koyacak olsam, tam bir "Ezo Gelin çorbası" derdim: İçinde her şey var.Eskiden kartvizitlerde "Her iş itinayla yapılır" yazılırdı ya… İşte benim içsel harmonim de tam olarak oydu.
Eskiden kartvizitlerde "Her iş itinayla yapılır" yazılırdı ya… İşte benim içsel harmonim de tam olarak oydu.
Hayatının en derin katmanlarını bir romana dönüştürme kararı ruhunun hangi kapısını araladı? Bu otobiyografik yolculukta kalemine takılan en büyük "engebe" veya ruhunu en çok sınayan "fırtına" neydi?
Hayatımı romana dönüştürme fikri, öncelikle torunum Arya' ya bırakabileceğim bir miras yaratma isteğinden doğdu. Yaşamımın büyük bir bölümünü oğlumdan ve sevdiklerimden uzak geçirdim; lise yıllarında yatılı okuldayken hissettiğim özlem duygusunu kaybettiğimi sanıyordum. Hayatı hep radikal kararla yaşadım ve bu duyguları itiraf etmek içimde yasadığım en zor fırtınalardan biriydi.
Yazar olarak edebiyatın bir toplumun ruhunda hangi değişim rüzgârlarını estirdiğine inanıyorsun?
Edebiyatın, bir toplumun ruhunda estirdiği rüzgârları görmek için sadece okumayı seven ve sanata değer veren toplumlara bakmak yeterli. Aradaki fark kendiliğinden ortaya çıkar; söze pek de gerek yok.
Eğer Arya' nın Kitabı okuyucunun ruhuna sadece tek bir "tohum" ekleyebilseydi bu tohum hangi mesajın taşıyıcısı olurdu? Onların kendi yaşam senfonilerinde hangi "yeni notayı" çalmaya başlamalarını istersin?
Hayatın bir kader ile yaşanmamasını, kader varsa da değişebileceğinin notasını görmelerini isterim. Ben kaderime ya da başkalarının hayatımla ilgili verdikleri kararlara boyun eğseydim bugün emekli bir subay eşi olarak evimde altın günlerinin takibini yapıyor olabilirdim. Herkes kendi yaşamının senfonisinde cesurca yeni notalar çalabilir.
Babanın hayatındaki o "boşanma notası" ve mirasla ilgili "restleşme anı" ruhunda nasıl bir melodiye dönüştü? Bir vedanın ve kabullenişin tınısı ruhunda nasıl yankılandı?
Boşanma meselesi… Aslında babamın ikinci eşinden kurtulması her zamanki gibi yine benim verdiğim mücadelem sonucu yaşandı. Babamı kaybettikten sonra miras süreci beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı diyemem; çünkü aile büyüdükçe sorunların da büyüdüğünü çoktan öğrenmiştim. İçimi acıtan tek şey aile ocağımın bir anlamda sönmüş olmasıydı. Ama kabul ettim; ülkemizde hemen hemen her ailenin yaşadığı şeyler bunlar.
Aile kavramının anlamını yitirmesi ve baba ocağının satılması, senin için sadece bir mekân değişimi miydi, yoksa ruhundaki köklerin yeni bir tanımını mı beraberinde getirdi?
Babamın asker olması ve çok tayinlerimiz, dağınık bir yaşam sürmemizin başlıca nedeniydi. Aile bağları çok sıkı değildi. "Gözden uzak olan gönülden de ırak olur" atasözü burada tam yerinde. Belki gerçekte aile olarak birbirimizi tanımıyoruz, ama ailem için yapmam gereken her şeyi yaptığıma inanıyorum ve tek bir gerçek var geçmiş geçmiştir. Önümüze bakalım.
Su yolunu bulsun diye beklemem, kazma kürekle yol açarım
Amerika'daki o "Urfalı karşılaşması" senin içsel yolculuğunda hangi beklenmedik sese dönüştü? Ön yargıların ve yüzleşmelerin tınısı ruhunda nasıl yankılandı?
Urfalı iş insanlarıyla geçen günler inanılmaz güzeldi. Doğu insanının sıcaklığını ve güzelliklerini gördüm. Keşke Doğu bölgesine, zamanında batıya yapıldığı gibi homojen yatırımlar ve eğitimler verilmiş olsaydı; Türkiye bambaşka bir yer olabilirdi.
Ülkemiz aslında çok güzel ama değeri çoğu zaman bilinmemiş bir ülke.
Urla'daki camı kırık kahveden Keçi Kafe'yi yaratmak senin için sadece bir iş kurmak mıydı, yoksa bir mekâna ruh kazandırmak mı? Bu dönüşüm, senin "içsel mimarine" nasıl ışık tuttu?
Keçi Kafe para amaçlı kurulmadı, emeklilikte keyif almak, gelenlere güzel bir hizmeti uygun fiyatlarla sunmak istedik. Issız bir sokaktaki, camı kırık ve içi berbat görünen kahvehaneyi, abimin mimari becerisiyle Amsterdam sokaklarındaki bir kafeye dönüştürdük. Az bir bütçeyle yoktan var ettik o güzel mekânı.
Hayatındaki her zorluk her dönüşüm birer nota olsaydı ortaya çıkan senfoniye hangi adı verirdin?
Hayatımın zorluklarından senfoni mi çıkar mıydı, tartışılır. Arabesk olur muydu acaba.. Ama kısaca "Yaşam Senfonisi" diyelim.
Doğmamış güne mektubunun ilk cümlesi?
Hayat bir gün… Ve o da bugündür!
Eğer hayat hikâyen bir yazarın kalemine emanet edilecek olsaydı, bunu kimin yazmasını isterdin?
Yine Arzu Onay'ın yazmasını isterdim. Benim hayat hikâyemi başkaları elbette yazabilir ama duygularımı benden iyi kimse ifade edemez.
10 yıl önceki kendine bir mesaj gönderebilseydin, ne söylerdin?
2015' teki Arzu'ya; Yeniden hayata gelirsen, bildiğin yoldan yürü. Kimseye boyun eğme, kimsenin yazdığı senaryoda rol alma.
Kaderin Yatağını Değiştiren Kadın: Arzu Onay'ın "Yaşam Senfonisi"
Bazı ruhlar vardır; gökyüzündeki yıldızların rotasına değil, avuç içlerindeki çizgilerin derinliğine ve ellerinin nasırına güvenirler. Rüzgârın nereden estiğiyle ilgilenmez, yelkenlerini kendi nefesleriyle şişirirler. İşte Arzu Onay, hayat denilen o hırçın nehrin kenarında oturup suyun yolunu bulmasını bekleyen bir seyirci değil; elinde kazma kürekle nehire yeni bir yatak kazan, akıntıya karşı kendi iradesiyle set çeken bir "yol açıcı"dır.
Erzurum'un ayazında filizlenen o isyankâr tohum, zamanla kıtalar aşan bir çınara dönüşmüştür. Kurumsal dünyanın steril plazalarından Amerika'nın en dip, en sessiz odalarındaki hasta başı nöbetlerine; oradan Urla'nın kırık camlı bir kahvehanesinden doğan "Keçi Kafe"nin sıcaklığına uzanan bu hikâye, tek bir makama sığmayan, doğaçlama bir eser gibidir. Kendisi hayatını tevazuyla "Ezo Gelin çorbası"na benzetse de, bu karışım aslında yaşamın tüm tatlarını; acıyı, yalnızlığı, zaferi ve yeniden doğuşu barındıran eşsiz bir iksirdir.
Onun içsel müziğinde, klasik bir konçertonun düzeni değil, hayatın ta kendisi olan o hafif "arabesk" tını, o mücadeleci ritim yankılanır. Yalnızlığın soğuk notaları, Amerika'da bir Urfalı dostluğuyla ısınmış; aileden kalan boşluklar, kendi elleriyle inşa ettiği yeni mekânların ruhuyla dolmuştur. O, yıkılan baba ocağının küllerinden, torunu Arya için umut dolu bir meşale yakmayı başarmış bir simyacıdır.
Arzu Onay'ın kaleme aldığı satırlar, sadece bir otobiyografi değil; geçmişin "keşke"lerine inat, bugünün "iyi ki"leriyle örülmüş bir mirastır. Anu kitabını eline alan her okura fısıldadığı sır ise aslında çok basittir: Kader, boyun eğilecek bir ferman değil, her sabah yeniden yazılabilecek bir senaryodur.
Ve şimdi, bu uzun yolculuğun dingin limanında, emekliliğin huzurlu kıyısında durup geriye baktığında; ne fırtınalardan şikâyetçidir ne de dalgalardan. Çünkü o, hayatın ertelemeye gelmeyeceğini, zamanın bir nehir gibi akıp gittiğini en iyi bilenlerdendir. Onun pusulasında tek bir yön, saatinde tek bir zaman vardır:
"Hayat bir gün... Ve o da bugündür!"









