Teknolojinin hızlı gelişimi artık hayatımızın sadece bir parçası değil, aynı zamanda yönlendirici bir gücü haline geldi. Bugün alışveriş yaptığımızda, izlediğimiz dizileri seçtiğimizde ya da haber akışına göz attığımızda aslında çoğu zaman kendi seçimlerimizi yaptığımızı sanıyoruz. Oysa ekranın arkasında, görünmez bir biçimde çalışan yapay zekâ algoritmaları, bize hangi seçeneklerin daha cazip görüneceğini önceden tahmin ediyor. İşte bu, insan ile makine arasında başlayan sessiz bir rekabetin ilk işaretidir.
Yapay zekâ, sadece bir araç olmaktan çıkıp karar mekanizmalarımızın perde arkasında söz sahibi olmaya başladığında, özgür irademiz ne kadar özgür kalıyor? Bir ürün almaya niyetlendiğimizde, önümüze çıkarılan "tam size göre öneriler" aslında ne kadar bize ait? Burada dikkat çekici olan, bu sürecin kimsenin farkına varmadan, yavaş ama istikrarlı şekilde ilerlemesidir. İnsan, seçim yaptığını düşünürken aslında yönlendirilmiş bir kararı onaylıyor olabilir.
Bu durumun toplumsal boyutu da oldukça önemli. Tüketim alışkanlıklarından siyasi tercihlere kadar geniş bir yelpazede, yapay zekânın sunduğu içerikler insan davranışlarını şekillendirme gücüne sahip. Reklamlar daha hedefli, haberler daha seçici, öneriler daha kişiselleştirilmiş hale geliyor. Ancak burada asıl mesele, kişiselleştirme adı altında düşünce alanımızın daraltılmasıdır. İnsanlar yalnızca kendi inançlarını, kendi tarzlarını, kendi bakış açılarını besleyen içeriklerle karşılaştıkça, farklı fikirler gölgede kalıyor. Sessiz rekabet, aslında insanın kendi zihniyle yaptığı bir mücadeleye dönüşüyor.
Yapay zekâdan tamamen kaçmak mümkün değil. Fakat farkındalık geliştirmek, bu sessiz rekabette elimizdeki en güçlü araç. Kararlarımızın gerçekten bize mi, yoksa ekranın arkasındaki algoritmalara mı ait olduğunu sorgulamak, bu çağın en önemli refleksi olmalı. Çünkü insanı insan yapan, sadece bilgiye ulaşma yeteneği değil, aynı zamanda kendi seçimlerinin bilincinde olma özgürlüğüdür.









