Hadi kutlama şovlarını bırakın da durup düşünün bugüne değin kaç engellinin yüreğine değdi yüreğiniz?
Kaç görme engelliye göz oldunuz da kısa da olsa bir an onun için bakıp gördünüz. Kaç işitme engelliye kulak olup onun için duydunuz?
Kaç dilsize dil oldunuz, kaç elsize el, kaç yürüme engelli için adım olup onun için yürüdünüz?
Onlara acıyıp durmaktan çokça da onları eğlenceniz gibi görmekten öte ne yaptınız da şimdi 3 Aralık Dünya Engelliler Gününü kutlyorsunuz?
Yaşadığınız evden başlayın, sokağa çıkın, alışverişe çıkın, otobüse binin, bir markette gezinin, kaldırımda gezinin. Kalabalıklara karışın ve her bir yer de her bir an da engellendiğinizi düşünün. Sonra da insanların sizi ne çok görmezden geldiğini, görenin de ezer gibi acıdığı, acınası bir varlık olduğunuzu hatırlatıp durduğu bir dünya, bir coğrafya, bir ülke bir şehir, bir ilçe ya da köy..
Sonu yok bunun.
Biz her yıl bugünü, eğlenceler, sazlı sözlü, davullu zurnalı, halaylı horonlu, pastalı balonlu kutlanası bir gün olarak görüp kurtlarımızı döktüğümüz ve ardından sanki her şeyi yaptık, bitirdik de rahatladık gibi olduğumuz 3 Aralık Dünya Engelliler Gününüz Kutlu olsun.
Olmuyor işte.
3 Aralıkta, üç aralığa sıkışıp kalmış zavallılıklarımızla avunup durmaktan öteye geçemiyoruz. Biri toplum, diğeri devlet, diğeri de inançlarımızdan sağalttığımız abuk subuk ezberlerimiz.
3 Aralıkta sıkışıp kalmış, engellere takılmış, yaşamak çabasında ve yaşamak zorunda kaldığımız onca sorunla her yerde herkesle her an kavga ederek kendimizi anlatmaya çalıştığımız.
Duymazken duyulmaya çalışmak, görmezken görülmeye çabalamak ne garip bilemezsiniz..
Diyordu karşımda durmuş, günün boş, anlamsız ve gereksiz şovlarından ve açıklamalarından midem bulanıyor diyen engelli birey
Bıkkınlığı da geçtim, midemi bulandırıyorlar diyordu.
Ve son olarak siz zihninizin engellerinize dönmüş ezberlerini bozmadan hiçbir şey değişmez diyordu.









