Dicle ve Fırat nehirlerinin arasındaki verimli hilal, yani kadim Mezopotamya... Burası sadece tarımın, yazının ve ilk şehir devletlerinin değil, aynı zamanda hayal gücünün ve mühendislik dehasının da beşiğiydi. Bu topraklardan bin yıl önce öyle bir isim çıktı ki, modern teknoloji bugün bile onu "Sibernetiğin Babası" olarak kabul ediyor: Ebu'l İz İsmail bin Rezzaz el-Cezeri.
El-Cezeri'nin yaşamı, 12. yüzyılın sonu ve 13. yüzyılın başlarında, "İslam'ın Altın Cağı"nda bugünkü Cizre ve Diyarbakır çevresindeki Artuklu Sarayı'nda Başmühendis olarak geçti. O, sadece bir zanaatkar ya da tamirci değildi; o, teoriyi pratikle birleştiren, gözlemi deneyle kutsayan bir dahiydi.
Nehirler Arasındaki Robotik
Mezopotamya, suyun kontrolü demekti. Fırat ve Dicle'nin coşkun akışını yönetme zorunluluğu, bu coğrafyada yaşayanları daima mekanik çözümler üretmeye itmiştir. İşte El-Cezeri'nin dehası, bu tarihsel mirasın zirvesidir.
Onun 1206 yılında kaleme aldığı "Kitabü'l-Hiyel" (Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında Kitap), sadece bir mühendislik el kitabı değil, aynı zamanda bir vizyon manifestosudur. Bu eser, bize otomasyon ve robotik tarihindeki en erken, en detaylı ve en etkileyici örnekleri sunar.
Filli Su Saati: Hidrolik ve pnömatik sistemlerin karmaşık birleşimiyle çalışan, zamanı ölçen ve bunu görsel şölenle sunan bir baş yapıttır.
Otomatik Hizmetçiler: Belirli zamanlarda içecek sunan veya el yıkama suyu sağlayan otomatlar... Bunlar, modern robot teknolojisinin ve programlanabilir sistemlerin ilk tohumlarıydı.
Krank-Biyel Sistemi: Bugün otomobil motorlarından buhar makinelerine kadar kullanılan en temel mekanik düzeneği, El-Cezeri, Batı'dan yüzlerce yıl önce uygulamalı olarak icat etmiştir.
El-Cezeri'nin bu icatları, dönemin yöneticilerine "eğlence ve hizmet" sunmak için yapılmış olsa da, asıl önemi, onun otomatik kontrol ve geri besleme (feedback) ilkesini kullanmış olmasındadır. Bir sistemin çıktısının, kendi girdisini ayarlaması; işte bu, sibernetiğin ta kendisidir.
Kayıp Halkayı Bulmak
Batı bilim tarihi uzun yıllar boyunca, mekaniğin Orta Çağ'da yok olduğunu ve Rönesans'ta Leonardo da Vinci ile yeniden canlandığını varsaydı. Oysa El-Cezeri, Da Vinci'den yaklaşık 300 yıl önce, onun eserlerinde görülen bazı çizimlere ve fikirlere ilham kaynağı olabilecek somut ve çalışır prototipler üretmiştir.
El-Cezeri'nin "Mezopotamya'nın Da Vinci'si" olarak anılması yerine, belki de Leonardo da Vinci'nin "Batı'nın El-Cezeri'si" olarak düşünülmesi, tarihin akışına daha uygun bir saygı duruşu olurdu.
Bugün, teknoloji ve yapay zekâ çağında yaşarken, Dicle ile Fırat arasında filizlenmiş bu zekâyı ve onun mühendislik felsefesini anmak bir zorunluluktur. El-Cezeri bize, teorik bilginin, ancak "ilim ve amel" (bilgi ve uygulama) birleştiğinde gerçek değere ulaştığını gösterdi.
Mezopotamya'nın binlerce yıllık zengin kültürel ve bilimsel mirası, sadece toprak altında değil, El-Cezeri'nin "Kitabü'l-Hiyel"nin her bir sayfasında, her bir dişli çarkında yaşamaya devam ediyor. O, bir uygarlığın sadece taş ve tuğladan ibaret olmadığını, asıl gücünün, hayal kurabilen ve hayalini somutlaştırabilen dâhilerinden geldiğini ispatlamıştır.
Onun mirası, topraklarımızdan yeşeren bilim ruhuna sahip çıkmak ve geleceği inşa etme cesaretini göstermemiz için bize ilham vermelidir.









