TBB Başkanı Erinç Sağkan: "Yargının Araçsallaştırılmasının En Açık ve En Tehlikeli Örneği, Yargı Kararlarının Uygulanmamasıdır"
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, "Yargı Erkine İlişkin Güncel Sorunlar: Yargının Araçsallaştırılması Sempozyumu"nda; "Yargının araçsallaştırılmasının en açık ve en tehlikeli örneği, yargı kararlarının uygulanmamasıdır. Türkiye, Avrupa Konseyi organları nezdinde, hakkında ihlal prosedürü başlatılan bir ülke hâline gelmiştir. Can Atalay kararının yok sayılması; son olarak Tayfun Kahraman hakkında verilen ihlal kararının tanınmaması, keyfîliğin artık olağanlaştırılmak istendiğini düşündürmektedir. Bu tür kararların uyglanması beklentisinin siyaset kurumu temsilcilerinin beyanlarına endekslenmesi ve bunun genel kamuoyunda da normal karşılanması yargı sistemimizin ne kadar örselendiğini en açık göstergelerinden birisidir" dedi.
(ANKARA) - Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, "Yargı Erkine İlişkin Güncel Sorunlar: Yargının Araçsallaştırılması Sempozyumu"nda; "Yargının araçsallaştırılmasının en açık ve en tehlikeli örneği, yargı kararlarının uygulanmamasıdır. Türkiye, Avrupa Konseyi organları nezdinde, hakkında ihlal prosedürü başlatılan bir ülke haline gelmiştir. Can Atalay kararının yok sayılması; son olarak Tayfun Kahraman hakkında verilen ihlal kararının tanınmaması, keyfiliğin artık olağanlaştırılmak istendiğini düşündürmektedir. Bu tür kararların uyglanması beklentisinin siyaset kurumu temsilcilerinin beyanlarına endekslenmesi ve bunun genel kamuoyunda da normal karşılanması yargı sistemimizin ne kadar örselendiğini en açık göstergelerinden birisidir" dedi.
TBB İnsan Hakları Merkezi tarafından "Yargı Erkine İlişkin Güncel Sorunlar: Yargının Araçsallaştırılması Sempozyumu", Ankara'da bulunan TBB Av. Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezi'nde başladı. İki gün boyunca sürecek sempozyumun açılış konuşmasını Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan yaptı.
Yargının giderek araçsal beklentilere maruz kalması riskinin ülkenin hukuk düzeninin yakından ilgilendiren bir mesele olduğunu vurgulayarak sözlerine başlayan Sağkan, "yargının araçsallaştırılması" kavramının zaman zaman sert bir ifade olarak algılandığını ancak kendilerinin konuyu siyasi bir tartışmanın parçası olarak değil, hukuk düzeninin işleyişine ilişkin ciddi bir uyarı alanı olarak ele aldıklarını ifade etti.
"AİHM 'bir kişinin hukuki sebeplerle değil, siyasi talimatlar uyarınca hedef alındığını' ve yargının bağımsız olmadığını ilan etmiştir"
Sağkan, "Çünkü yargı erki, herhangi bir anlık tartışmanın değil, devlet düzenimizin omurgasının konusudur. Bu nedenle ortaya çıkan her aşınma, hukukçuları aşarak, toplumun bütününü etkilemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 18'in ihlal edildiğine dönük kararları yargının araçsallaştırılması konusundaki en somut teşhistir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir devlete 18. madde ihlali verdiğinde, bir bakıma 'bir kişinin hukuki sebeplerle değil, siyasi talimatlar uyarınca hedef alındığını' ve dolayısıyla yargının bağımsız olmadığını da ilan etmiş olmaktadır. Böyle bir saptama, hukuk devleti olduğunu iddia eden bir devlete yöneltilebilecek en ağır uyarılardan biridir" dedi.
"Kurumlarımızın karşı karşıya kaldığı baskılar, yargının asli işlevinin gölgelenmesine yol açıyor"
Sağkan, konuşmasının devamında şunları kaydetti:
"Bugün burada konuşacağımız sorunlar bir anda değil, birikimsel bir sürecin sonucunda ortaya çıkmıştır. Yargı organlarının iş yükü, uzmanlaşma ihtiyacı, teknolojik dönüşüm şeklindeki teknik konular kadar; kararların öngörülebilirliği, içtihatların uygulanması, bağımsızlık algısının zayıflaması gibi olgular yargı erkinin zaman içerisinde daha evvel hiç olmadığı kadar tehdit arz edecek şekilde kırılganlaşmasına yol açmıştır.
Bu noktada gerçekçi olmak zorundayız: Kurumlarımızın karşı karşıya kaldığı baskılar, yargının asli işlevinin gölgelenmesine yol açıyor. Buna işaret etmek, herhangi bir kurumu hedef almak değildir. Tam tersine, yargı erkinin güçlenmesi için gerekli olan öz eleştiriyi yapabilmektir. Eleştiriden kaçınmak değil, eleştiriyi doğru yere yönlendirmek bizi daha güçlü kılar. Yargının araçsallaştırılması tartışması genellikle iki ayrı başlıkta yapılan uygulamalarda yoğunlaşıyor. Bunlardan birincisi hepimizin bildiği ve son dönemlerde artarak devam eden ceza soruşturması süreçlerindeki hukuka aykırı uygulamalar. Gözaltı gerektirmeksizin, gözaltı kararına ilişkin herhangi bir gereksinim olmaksızın kişilerin gözaltına alınması, çağrıldığında gelebilecek veya delillerin karartılmasına ilişkin bir ihtimal bulunmadığı halde gözaltı kararı verilmesi, yahut bir adım ötesine geçilerek son dönem uygulamaları kapsamında gözaltı kararı olmadığı halde kişilerin evlerinden veya iş yerlerinden kolluk güçleri vasıtasıyla alınarak emniyete ya da savcılıklara sevk edilmesi suretiyle uygulanan fiili gözaltı uygulamaları… Hepinizin bildiği üzere en son uygulanması gerekirken ve istisnai nitelik taşıyan tutuklama tedbirinin neredeyse kural haline geldiği ceza soruşturmaları, uygulamaları ve devamında masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkını ihlal eden uygulamalar, adil yargılanma ihlallerine, ifade hürriyet hakkının ihlal edilmesine sebebiyet verdiği gibi yargının araçsallaştırıldığına dair de kamuoyunda bir algının oluşmasına sebebiyet veren uygulamalar olarak öne çıkmaktadır.
"Yargının araçsallaştırılmasının en açık ve en tehlikeli örneği, yargı kararlarının uygulanmamasıdır"
Bunun yanında bir diğer başlık daha var ki bu konu yargının araçsallaştırılması örneği bakımından en ağır, en açık ve en tehlikeli alandır. Bu da yargı kararlarının uygulanmaması başlığıdır. Yargı kararlarının uygulanması hukuk devletinin en temel güvencesidir. Bu ilke ihmal edildiğinde, sistem hukuki olduğu kadar ahlaki de bir zafiyet de yaşar. Çünkü vatandaşın adalet duygusu, verilen kararın hayata geçirilmesiyle onarılır.
Bazı yüksek mahkeme kararlarının zaman içinde uygulanmaması ya da tartışmalı biçimde görmezden gelinmesi, bütün sistemin güvenilirliğini zedelemektedir. Yargının araçsallaştırılmasının en açık ve en tehlikeli örneği, yargı kararlarının uygulanmamasıdır. Anayasa Mahkemesi'nin Şahin Alpay ve Enis Berberoğlu kararlarıyla görünür hale gelen bu sorun, Kavala ve Demirtaş kararlarıyla uluslararası düzleme taşınmıştır. Türkiye, Avrupa Konseyi organları nezdinde, hakkında ihlal prosedürü başlatılan bir ülke haline gelmiştir. Can Atalay kararının yok sayılması; son olarak Tayfun Kahraman hakkında verilen ihlal kararının tanınmaması, keyfiliğin artık olağanlaştırılmak istendiğini düşündürmektedir.
"Türkiye Barolar Birliği olarak bu duruma rıza göstermeyeceğimizi farklı platformlarda dile getirdik, getirmeye devam ediyoruz"
Üzülerek ifade etmeliyim ki bu tür kararların uygulanması beklentisinin siyaset kurumu temsilcilerinin bu konudaki beyanlarına endekslenmesi ve bunun genel kamuoyunda da normal karşılanması yargı sistemimizin ne kadar örselendiğini en açık göstergelerinden birisidir. Bu tablonun kabul edilmesi mümkün değil. Nitekim Türkiye Barolar Birliği olarak, eleştirilemizi ve bu duruma rıza göstermeyeceğimizi farklı platformlarda dile getirdik, getirmeye devam ediyoruz. Hak ihlallerine ve yargı kararlarının uygulanmamasına ilişkin basın açıklamaları; hukukun üstünlüğünü savunmak için toplantılar, yürüyüşler düzenledik. Anayasa Mahkemesi nezdinde üçüncü taraf görüşleri sunma çalışmalarımızı etkin bir şekilde sürdürüyoruz. Söz gelimi Anayasa Mahekemesi nezdindeki Şerafettin Can Atalay başvurusunda üçüncü taraf görüşü sunduk. Bunun yanı sıra önemli mahkeme kararları ve hukuki meselelerle ilgili nesnel, bilimsel uzman görüşleri veya raporları yayınlıyoruz. Makul sürede yargılanma hakkının tesisi için insan hakları tazminat komisyonu şeklindeki mekanizmaya alternatif olabilecek, etkili ve hukuki bir yargı yolu önerisini içeren raporumuzu hazırladık, ilgililere ulaştırdık. Keza, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Yüksek Yalçınkaya kararı ile ilgili olarak kapsamlı bir rapor hazırladık. Bu raporda, AİHM kararlarının objektif etkisinden bahisle Türkiye'deki yargılamalarda nasıl uygulanabileceğini nesnel bir gözle değerlendirdik. Raporlarımıza ve üçüncü taraf görüşlerimizi ilgili kurumlara iletiyoruz. Ayrıca dileyen herkes interset sitemiz üzerinden bunlara ulaşabilir.
Eleştirel bir yaklaşımı zorunlu kılan bir başka başlık da, yargı organlarının dışsal etkiler altında olduğuna yönelik kamuoyu algısıdır. Bazı noktalardan bu algının abartıldığı düşünülebilir; fakat bütünüyle yok sayılamayacak kadar yerleşmiş bir nitelik taşıdığını da açıkça ifade etmemiz gerekiyor. Bir hukuk sisteminde yargının tarafsızlığı kadar, tarafsız görünmesi de esastır. Bu görünürlük zedelendiğinde, hiçbir reform kendi başına yargıya duyulan güveni tam anlamıyla geri getiremez. Bizim görevimiz, bu algıyı güçlendirmek değil, yargının tarafsızlığını zedeleyen hususlara dikkat çekmek ve bunu ortadan kaldıracak öneriler geliştirmek, gerekli uyarıları yapmak ve yargının kurumsal özerkliğini güvence altına alacak çerçevelerin oluşturulmasına katkı sunmaktır.
"Toplumda yargıya duyulan güvenin zayıfladığına dair verileri hepimiz biliyoruz"
Yargı erkinin sağlıklı işlemesinin en önemli unsurlarından biri, güçlü bir savunma mekanizmasıdır. Avukatın sesinin duyulmadığı, mesleki güvencelerinin zayıfladığı, savunmanın etkisizleştirildiği bir düzende yargı, ne kadar iyi kurulur ise kurulsun, eksik kalmaya mahkümdur.
Bizler sahada, vatandaşın adalet arayışına en yakın olanlarız. Yargı organları üzerindeki baskıları, duruşma salonlarında, karakollarda, cezaevlerinde ilk hisseden bizleriz. Bu nedenle, yargı düzenine ilişkin her yapıcı eleştirinin doğal taşıyıcısı da avukatlardır. Toplumda yargıya duyulan güvenin zayıfladığına dair verileri hepimiz biliyoruz. Bu tabloyu değiştirmek için gerekli olan şey, ne karamsarlık ne de inkar; gerçeklerle yüzleşme cesaretidir. Şunu da altını çizerek ifade etmek isterim: Türkiye, bu cesareti gösterecek birikime sahiptir. Bu ülkede mesleğine bağlı yargıçlar, hukuki ilkelere sadık savcılar, adalet arayışını meslek onuru sayan avukatlar, akademinin birikimi ve hukuka inanan milyonlarca yurttaş var. Yargıya duyulan güveni yeniden tesis etmek, bu birikimi doğru yönde harekete geçirmekle mümkündür. İki gün sürecek bu toplantı, aslında bu çabanın da bir parçası olarak görülmelidir.
Bugün burada sorunların üzerini örtmeden, onları doğru zeminde konuşmak; kurumları yıpratmadan, yapıcı eleştirinin yol açıcı gücünden yararlanmak; yargı erkinin daha güçlü, daha özerk ve daha güvenilir olması için ortak bir irade ortaya koymak üzere bir aradayız.
Bu sempozyumun, eleştirel bakışın cesaretini ve aynı zamanda kurumsal sorumluluğumuzu buluşturan değerli bir tartışma zemini oluşturacağına inanıyorum. Katkı sunan, emek veren, burada bulunan herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum."























