Gözetim Teknolojilerinin Mahremiyet Üzerindeki Etkileri
Yapay zeka ve gözetim teknolojilerinin gelişimi, bireylerin mahremiyetini tehdit ederken, güvenlik söylemiyle meşrulaştırıldığına dair uzman uyarıları artıyor. İstanbul Üniversitesi'nden Dr. Uğur Dolgun, bu durumun toplumsal kontrol mekanizmalarını yeniden şekillendirdiğini vurguladı.
Gözetim teknolojileri, yapay zeka alanındaki gelişmelerle birlikte artık yalnızca kamera sistemleri, yüz tanıma, biyometrik tarama veya veri toplama araçları olmaktan çıkıp, mahremiyeti ortadan kaldıran ve bireyleri sürekli izleyen birer kontrol mekanizmasına dönüştü.
Uzmanlar, geçmişte tepkiyle karşılanan gözetim teknolojilerinin artık güvenlik söylemiyle meşrulaştırıldığına dikkati çekiyor. Bu durum, bireysel mahremiyetin sınırlarını ve toplumsal kontrol mekanizmalarını yeniden tartışmaya açıyor.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Uğur Dolgun, AA muhabirine yaptığı açıklamada, gözetim teknolojilerinin modern toplumlarda mahremiyet ve özgürlük üzerindeki etkilerini değerlendirdi.
Dolgun, enformasyon teknolojilerinin giderek birer gözetim aracına dönüştüğünü belirterek, yaşamın neredeyse her alanının kayıt altına alındığı bir "gözetim toplumuna" evrildiğini söyledi.
Bu durumun, bireyler üzerindeki kontrol gücünü her geçen gün daha da artırdığını vurgulayan Dolgun, "Gözetim toplumu kavramsallaştırmasında teknolojinin çok güçlü bir boyutu olmasına rağmen, bununla aslında toplumsal denetimle ilişkili bir siyasal iktidar mekanizması kastediliyor. Gözetim teknolojileri başta güvenlik olmak üzere bazı pozitif yanları olmasına rağmen, tehlikeleri sunduğu nimetleri aştı." diye konuştu.
Dr. Öğr. Üyesi Dolgun, toplumsal denetimin mahremiyetin kısıtlanması, e-devlet mekanizmaları ve kapitalizm olmak üzere üç boyuttan oluştuğunu aktararak, "Terör tehlikesi karşısında mahremiyetin kısıtlanması, 11 Eylül saldırıları ve 7 Temmuz Londra'daki saldırıların ardından zirveye çıktı. Kapitalizm boyutunda ise artık yaptığınız her alışveriş, sizinle ilgili bilgilerin belirli ticari merkezlerde toplanması anlamına geliyor." şeklinde konuştu.
Devletler mahremiyeti korumazsa insanlar şeffaf hapishanelerdeki mahkumlara dönüşecek
Gözetim ve verilerin kontrole evrilmesi için geçmişte analistlere ihtiyaç duyulmasına karşın bugün yapay zekanın tüm bu süreçleri yönettiğine dikkati çeken Dolgun, yüz ve ses tanıma sistemleri, dijital parmak izi, yazışmalar ve dijital mecrada kişiye ait her bilginin sayısız analiz imkanı tanıyan "big datayı" oluşturduğunu ifade etti.
Dolgun, gözetim teknolojilerinin geldiği noktada mahremiyetin yok olduğunu ancak insanların buna terör söylemi ve korku siyasetiyle ikna edildiğini dile getirerek, şunları söyledi:
"Korku siyasetiyle toplumu ve bireyleri istediğiniz noktaya getirebilirsiniz. 11 Eylül saldırıları öncesi bu konularda (gözetim teknolojileri) sokak yürüyüşleri ve forumlar düzenlenmişti. Saldırılar sonrasında ise bunların hepsi bıçakla kesilir gibi kesildi. Artık herkes güvenlik için kameralarla denetim altında bir yaşama razı oldu."
Güvenliğin yanı sıra gözetim teknolojileri ve yapay zekanın hayatı kolaylaştıran pratik faydaları bulunduğunu ancak özellikle yapay zekanın bu faydaların ötesinde farklı boyutlar taşıdığını anlatan Dolgun, "Gazze'de düzenlenen suikastlarda yapay zekaya dayalı analizler kullanıldı. Doğu Türkistan'da ise sürekli gözetim yoluyla insanlara adeta nefes alacak alan bırakılmadı." dedi.
Dolgun, Doğu ya da Batı fark etmeksizin, çok gelişmiş veya az gelişmiş tüm ülkelerin bir şekilde fişleme faaliyetlerinde bulunduğunu ileri sürerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Orta Çağ'dan Yeni Çağ'a, geçişe baktığınız zaman Ütopyalar Dönemi'dir. Ütopyalar sürekli olarak daha iyi bir dünya anlayışı, daha iyi bir toplum anlayışı üzerine inşa edilmiştir. 20. yüzyılın ortalarından itibaren baktığınız zaman hep kara ütopya ya da karşı ütopya dediğimiz ütopyalar söz konusudur. Sürekli olarak toplumun denetim altına alındığı, bireyselliğin ortadan kaldırıldığı, herkesin şeffaf hapishanelerde yaşadığı bir toplum düzeni. Yapay zekanın büyümesi ile birlikte insanlığın üzerindeki hükümranlığının korkunç derecede yine artışı var. Bu noktada insanlık için gelecekte çok umutlu bir parlak bir süreçten bahsetmemiz mümkün değil. ya devletler ve toplumlar, bireyleri ve mahremiyeti koruma yönünde kanunlar çıkartacaklar ve bu kanunları sıkı bir şekilde uygulamaya koyacaklar ya da şeffaf hapishanelerde hepimiz mahkumlara dönüşeceğiz."















