Batı Avrupa'da Müslüman ve Yahudi soykırımını inceleyen kitapla ödül aldı
İlim Yayma Ödülleri 2025'te "Modern Dünyanın Kökenleri: Batı Avrupa'da Müslümanların ve Yahudilerin Yok Edilmesi" eseriyle Sosyal Bilimler Ödülü verilen Prof. Dr. Şener Aktürk, "Bu ödülden önce aldığım 11 ulusal ve uluslararası seviyede ödül var. Ama hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki bu 12.
İlim Yayma Ödülleri 2025'te "Modern Dünyanın Kökenleri: Batı Avrupa'da Müslümanların ve Yahudilerin Yok Edilmesi" eseriyle Sosyal Bilimler Ödülü verilen Prof. Dr. Şener Aktürk, "Bu ödülden önce aldığım 11 ulusal ve uluslararası seviyede ödül var. Ama hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki bu 12. ödül, bundan önceki 11 ödülün hepsinden daha fazla ses getirdi. Ödül verilen eserimin tanınırlığını ve bu konunun tartışılmasını sağladı." dedi.
Prof. Dr. Şener Aktürk'ün, İlim Yayma Vakfı ve İlim Yayma Cemiyeti tarafından düzenlenen programda ödüle layık görülen kitabının temelini oluşturan makalesi, "Journal Citation Reports" verilerine göre uluslararası ilişkiler kategorisinde sıralanan 169 dergi arasında 6,1 etki faktörüyle en yüksek değere sahip olan "International Security" dergisinde yayımlandı. Bu dergide makalesi yayımlanan Türkiye'den ilk Türk bilim insanı olan Aktürk'ün çalışması ise genişletilerek bu yıl Paradigma Yayınlarınca basıldı.
Prof. Dr. Aktürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İlim Yayma Ödülleri'nin son derece değerli olduğunu söyledi.
Uzun vadeli sosyal bilim çalışmalarının ödüllendirilmesinin "siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, tarihsel sosyoloji, karşılaştırılmalı tarih" gibi alanlarda çalışan akademisyenleri teşvik edeceğini dile getiren Aktürk, böylesine büyük ödüllerin, sosyal bilimlerin ve araştırmanın küresel ölçekteki değerini gösterdiğini vurguladı.
Ödüllerin genç kuşakları ve bu konuda çalışanları teşvik ettiğini kaydeden Aktürk, şöyle devam etti:
"İlim Yayma Vakfı ihdas ettiği, dördüncü defa bu yıl verdiği bu ödülle de bunu fevkalade bir şekilde yapmış gözüküyor. Kendi özelimde bu ödülden önce aldığım 11 ulusal ve uluslararası seviyede ödül var. Ama hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki bu 12. ödül, bundan önceki 11 ödülün hepsinden daha fazla ses getirdi. Ödül verilen eserimin tanınırlığını ve bu konunun tartışılmasını sağladı. O açıdan bu gibi ödüllerin sosyal bilimler alanında da devam ettirilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum."
Ödüller kapsamında sosyal bilimlerin, mühendislik, doğa ve sağlık bilimleri alanına göre çok daha fazla başvuru almasının da önemine dikkati çeken Aktürk, bunu sosyal bilimlere umut verici bir ilgi olarak değerlendirdiğini vurguladı.
Batı medeniyetinin kökenindeki soykırımı araştırdı
Prof. Dr. Aktürk, kitabında Batı medeniyetinin kökenindeki soykırımı araştırdığını dile getirerek, Batı Avrupa'da 11. yüzyıldan itibaren Hristiyan olmayan bütün toplulukların kesinlikle yok edilmeyle karşılaştığının, bunun toplu katliamlar, kitlesel din değiştirmeler ve tehcirler yoluyla olduğunun altını çizdi.
"Sadece Hristiyan olmayan nüfuslar değil. Aslında Katolik mezhepli olmayan, kendini Hristiyan olarak tanımlayanlar da bu soykırım ve yok etme sürecinden nasibini alıyorlar." diyen Aktürk, Müslümanların yüzyıllarca İspanya'da, Güney İtalya olarak bilinen Sicilya'da hatta Güney Portekiz'de çoğunluk olduğuna işaret etti.
Aktürk, onlardan geriye bugün tek bir Müslüman köyü, ailesi, cemaatinin ve Yahudi topluluğunun kalmadığını anlattı.
Dünyada Batı Avrupa ülkelerindeki gibi, bu ölçekte tek bir din ve mezhebin bulunmadığını belirten Aktürk, bu emsalsiz gelişmenin sonucu olarak da Müslümanlar ve Yahudilerin yok edildiğini ifade etti.
Müslümanlarla aynı dönemlerde Yahudilerin yok edilişi konusunun çok daha ayrıntılı biçimde araştırılıp çalışıldığına dikkati çeken Aktürk, "Müslümanlar sayıca daha kalabalık oldukları halde Yahudilere göre çok daha az çalışılmış. Bu da genel olarak sosyal bilimlerdeki bir asimetriye karşılık geliyor. Yahudileri ve Müslümanları yok eden aktörler, dönemler, bölgeler aynı. Ayrıca Hristiyanlığın içinde Papa'nın liderliğindeki ruhbanın otoritesini kabul etmeyen çok çeşitli Hristiyan gruplar, Hristiyan mezhepleri de yok ediliyor. Bu süreçte başrol oynayan aktör Papalık ve Papalığın yönetimindeki ruhban sınıfı. Yaşadıkları ülke veya kağıt üstünde hükümdar kim olursa olsun esas itaat ettikleri, emir komuta zinciri Roma'ya ve Papalığa gidiyor." değerlendirmesini yaptı.
Prof. Dr. Aktürk, tarihinde pek çok karanlık nokta bulunan Papalığın bunların bazıları için özür dilediğini anlattı.
Papalığın Yahudi karşıtı söylemlerinden geri adım attığını, soykırıma ilişkin çok geç de olsa özür dilediğini ancak Müslümanların yok edilmesine ilişkin benzer bir durumun olmadığını dile getiren Aktürk, Avrupa'da mezhep fay hattının 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yumuşadığını vurguladı.
Aktürk, bunun doğuda komünizm tehdidine karşı güneyden gelen İslam, Müslüman göçmen ve sömürgeciliğin bitişinin dekolonizasyonla birlikte Avrupalı sömürgecilerin Afrika ve Asya'dan geri çekilişine karşı gerçekleştiğini kaydederek, "Ortak düşman komünizm ve bir bakıma İslami dalga olarak kavramsallaştırıldı. Dolayısıyla Hristiyanlık arası mezheplerin yakınlaşması İslam'a, Müslümanlara karşı bir yumuşama anlamına gelmiyor. Tam tersine o farkın daha fazla vurgulanması anlamına da gelebilir." dedi.
Dünya tarihinde modern demokrasinin, ulus devletin, bürokrasinin, laikliğin ya da modernizmle özdeşleştirilen pek çok gelişmenin çıkış noktası olarak İngiltere veya Fransa'nın görüldüğünden bahseden Aktürk, çekirdek Batı Avrupa ülkelerinin ortak özelliğinin tek din ve mezhep üzerine kurulması ve ülkelerindeki Müslümanlar ile Yahudileri ortadan kaldırmak olduğunu söyledi.
"Meclis-i Mebusan'ın dini ve mezhepsel çeşitliliğine Batı bugün bile ulaşmış değil"
Demokratik temsilin ve onun kurumsal yansıması olan modern parlamentonun, yüzyıllar boyunca yalnızca tek bir mezhebin temsil edilmesine göre tasarlandığını belirten Aktürk, şunları ifade etti:
"İlk yüzyıllarında İngiliz ve Fransız parlamentolarının üyelerin, milletvekillerinin, önemli bir kısmı ruhban sınıfından oluşuyor. Dolayısıyla, Batı'nın siyasi ve askeri gelişiminde de tek dinli ve tek mezhepli hale gelmiş olması bir çıkış noktası. İngiliz parlamentosu 1295'te kuruldu. 1820'lerde İngiltere Katoliklikten Protestanlığa dönüyor. Bu defa parlamento tamamen Protestan oluyor. 1850'lerde ilk Yahudi İngiliz parlamentosuna Lionel de Rothschild milletvekili olarak kabul ediliyor. Şimdi bunu Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı ve Rus Duması'yla karşılaştıracak olursanız aradaki dramatik fark ortaya çıkar. Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu'nda meşrutiyet ilan edilip meclis toplandığında Rus Duması'nda Yahudi vardı, Müslüman milletvekilleri vardı. Bir dönem Budist milletvekili de girdi. Osmanlı parlamentosunda ise Meclis-i Mebusan'ın çok büyük bir kısmı Ermeni ve Rum milletvekillerinden oluşuyordu. Dolayısıyla Meclis-i Mebusan'ın dini ve mezhepsel çeşitliliğine Batı parlamentoları bugün bile ulaşmış değil."
En eski üniversitelerden olan Bologna, Oxford ile Paris'in de Katolik ruhban sınıfı tarafından kurulduğunu belirten Aktürk, buralarda öğretim üyeleri ve öğrenciler için yüzyıllarca din ve mezhep şartının bulunduğuna işaret etti.
Prof. Dr. Aktürk, Avrupa'da etkili aşırı sağcı reaksiyonların Orta Çağ dönemiyle alakalı olduğunu dile getirerek, "Aşırı sağcılar, ırkçılar diyorlar ki 'Avrupa kıtası tarihsel olarak Hristiyan bir kıtadır. Müslümanlar buraya sonradan gelmiştir.' Aslında bu Müslümanların, Yahudilerin ve diğer Hristiyan olmayan toplulukların yok edilmesinin sonucunda ortaya çıkmış bir durum. Avrupa'nın Müslüman geçmişinin özellikle unutturulmuş olmasının bir sonucu. Oysa İslam'ın dünya tarihinde ortaya çıktığı 1. yüzyıldan itibaren Endülüs, Güney Fransa, Sicilya, Güney İtalya, Portekiz gibi Güneybatı Avrupa'ya girişi var. Eğer Müslümanlık Avrupa kıtasına yabancıysa Hz. İsa Peygamber'in Filistin'de ortaya koyduğu Hristiyanlık da Avrupa'ya yabancı." diye konuştu.
Papa 14. Leo'nun Türkiye ziyaretinin anlamı
Avrupa'nın aynı zamanda yüzyıllar boyunca Yahudi ve çok daha fazlasıyla bir Müslüman kıtası olduğuna dikkati çeken Aktürk, Papalık liderliğindeki ruhban sınıfının 13. yüzyılda kalıcı hale getirdiği "Müslümanlar ve Yahudiler insan değildir." içtihadının çıkış noktasının Hristiyanlığın rasyonel bir din olduğu savının yanı sıra herkesin bu dine bağlanması olduğunu vurguladı.
Aktürk, bunun kitlesel katliamların, sürgünlerin ve yok etme politikalarının önünü açtığını vurgulayarak, Vatikan Devlet Başkanı Papa 14. Leo'nun Türkiye ziyaretinin sembolik de olsa Hristiyanlıktaki mezhepsel bölünmeye karşı bir zeytin dalı olduğunun altını çizdi.
1700. yıl dönümü olan İznik Konsili'nin Hristiyanlığın kurumsallaşması açısından önemli olduğuna işaret eden Aktürk, Papalık liderliğindeki ruhban sınıfının Orta Çağ'da Ortodoks Hristiyanlara da zulmettiğini anlattı.
"İstanbul, Latinler tarafından işgal edilip yağmalandıktan sonra eski görkemine ulaşmıyor"
Prof. Dr. Aktürk, 4. Haçlı Seferi'nin bunun çok çarpıcı bir örneği olduğuna değinerek, "İstanbul, Latinler tarafından işgal edilip yağmalandıktan sonra bir daha asla eski görkemine ulaşmıyor. Bu da bazı Ortodoks ileri gelenlerine atfedilen 'İstanbul'da Latin şapkası görmektense Türk Müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz.' sözünün tarihsel siyasi temeli. Çünkü bugünün dini coğrafyasına baktığınız zaman Ortodoks Hristiyanlığın devam edebildiği, hayatta kaldığı bölgelerin neredeyse tamamı Balkanlarda Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğinde kalan bölgeler." ifadelerini kullandı.
Filistin'de ortaya çıkan Hristiyanlık ile 325 yıl sonra İznik'te kurumsallaşan Hristiyanlık arasındaki farka dikkati çeken Aktürk, bugün dünyada bilinen Hristiyanlığın İznik'te şekillendiğini ifade etti.






















