Haberler

Türk-iş Genel Başkanı Kılıç'ın Basın Toplantısı

Türk-iş Başkanı Salih Kılıç, Sosyal Güvenlik Reformu'nun Bazı Maddelerinin Anayasa Mahkemesi Tarafından İptal Edildiğini Hatırlatarak, "Sosyal Güvenlik Sisteminin Kurtuluşu İçin Fedakarlık, Yalnızca İşçilere, Emeklilere ve Bağ-kur'lulara Yüklenemez" Dedi.

Türk-İş Başkanı Salih Kılıç, Sosyal Güvenlik Reformu'nun bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini hatırlatarak, "Sosyal güvenlik sisteminin kurtuluşu için fedakarlık, yalnızca işçilere, emeklilere ve Bağ-Kur'lulara yüklenemez" dedi.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin Türkiye'de siyasal bir gerilime neden olmasına karşı olduklarını ifade eden Kılıç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın adaylığı tartışmalarını hatırlatan gazetecilerin ısrarlı sorularını, "Henüz Erdoğan adaylığını açıklamadı" gerekçesiyle yanıtlamadı. Kılıç, 2003-2006 tarihleri arasında yalnızca sendikalara üye oldukları için 20 binden fazla işçinin işten atıldığını belirterek, Türkiye'de işçi ve memur konfederasyonlarının tek çatı altında bir araya gelmesi gerektiğini savundu. Türk-İş Başkanı Kılıç, düzenlediği basın toplantısında, 2006 yılını ve gündeme ilişkin gelişmeleri değerlendirdi. 2006 yılının Türkiye ve çalışanlar açısından bazı yönleriyle birçok olumsuzluğun artarak yaşandığı, bazı yönleriyle de yeni sorunların ortaya çıktığı bir yıl olduğunu söyleyen Kılıç, özellikle, başta Ortadoğu olmak üzere, ülkemizin çevresinde gelişen olaylar ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla birlikte alınan ekonomik kararlar nedeniyle hem Türkiye hem de çalışanlar açısından zorlu geçen bir yılın geride bırakıldığını kaydetti. Türk-İş'in tüm itirazlarına rağmen yasalaştırılan Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası'nın Anayasa Mahkemesi tarafından bazı maddelerinin iptal edildiğini hatırlatan Kılıç, "Çalışanlar açısından 2006 yılına damgasını vuran bu önemli gelişme tüm çalışanlar için adil ve ölçülü düzenlemeler yapılması için yeni bir fırsat olmalıdır. Bu iptalle açıkça ortaya çıkmıştır ki oluşturulan norm ve standart birliği sistemi çökmüştür, sosyal güvenlik sistemimizde büyük bir kaos ortaya çıkmıştır. Yüce mahkemenin kararının, mevcut kanunlarda işçiler aleyhine hükümleri devam ettiren ayrımcı tutumu ve işçiler açısından adaletsiz yaklaşımı konfederasyonumuzda ve tüm işçiler üzerinde hayal kırıklığına neden olmuştur. Anayasa Mahkemesi'nin kararı ile kanunda doğan boşlukların giderilmesine yönelik düzenlemeler yapılırken, özellikle işçiler ve emekliler bakımından olumsuzluklar taşıyan hükümler sosyal taraflarla görüşülerek düzeltilmelidir. Sosyal güvenlik sisteminin kurtuluşu için fedakarlık, yalnızca işçilere, emeklilere ve Bağ-Kur'lulara yüklenemez" şeklinde konuştu.

1982 Anayasası'nın artık Türkiye'nin ve toplumumuzun değişimine, gelişimine, evrensel değerlere uygun düşmediğini savunan Kılıç, bu nedenle artık çağın gerisinde kalan bu anayasanın bir an önce yenilenmesi ya da kapsamlı bir biçimde değiştirilmesi gerektiğini vurguladı. Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ve Dünya Emek Federasyonu birleşme kararı aldığını belirten Kılıç, bu olayın sermayenin küreselleşmesine karşı, emeğin 180 milyonluk bir örgütle dünya ölçeğinde bir araya gelmesi ve dünya açısından son derece önemli olduğuna dikkati çekti. Bu birleşmenin, Türk işçi hareketi açısından örnek olması gerektiğini anlatan Kılıç, Türkiye'de de emek cephesinde yer alan işçi ve memur konfederasyonlarının, küreselleşen sermayeye karşı tek çatı altında bir araya gelmesi gerektiğini söyledi.

"DÖRT KİŞİLİK AİLENİN YOKSULLUK SINIRI 2 BİN YTL'YE ULAŞTI"

Türkiye'de gelir dağılımının adaletsiz olduğunu belirten Kılıç, var olan dengesiz ve çarpık yapının, uygulanan ekonomik ve sosyal politikalarla giderek derinleştiğini öne sürdü. Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Emek ile sermaye arasında meydana gelen adaletsiz ve dengesiz dağılım, toplumsal yapımızda çözülmeye yol açmaktadır. TÜlK'in 2005 yılı verilerine göre, ülkemizde en zengin yüzde 20'lik kesim gelirin yüzde 44.6'sını, en düşük yüzde 20'lik kesim ise gelirin yüzde 6.1'ini almaktadır. En altta bulunan yüzde 20'lik kesim günlük 1.2 dolarla yaşamını sürdürmek zorunda kalmaktadır. Ülkemizde yoksulluk yaygınlaşmaktadır. Ekonomik değerlerin adil bir biçimde dağıtılmaması, yoksulluğun artmasında önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk-İş Araştırma Merkezinin, her ay yaptığı gıda harcaması araştırmasına göre, Aralık 2006 İtibariyle ülkemizde dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 2,004 YTL, açlık sınırı ise 615 YTL olmuştur. Çağdaş bir toplum içinde yaşayan çalışanların ve emeklilerin, kendilerine ve ailelerine insanca yaşayacak düzeyi sağlayacak bir gelir elde etmeleri esastır. Ülkemizde işsizlik son yıllarda en önemli sorun haline gelmiştir. Ekonomide sağlanan büyüme, diğer bir İfadeyle milli gelir artışı, daha fazla insana üretken istihdam sağladığı ölçüde anlam kazanmaktadır. Türkiye'nin temel sorunu 2001 yılından bu yana yaşanan büyümenin yeterince istihdam olanakları yaratamamasıdır. Bu sorunu çözmek için, ülkenin toplumsal dokusuna ve ekonomik yapısına uygun ulusal istihdam programını uygulamaya sokmak büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde kanayan bir yara haline gelen kayıt dışı istihdam yaygınlaşmaktadır. Ücretli olanların beşte biri herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan istihdam edilirken, yevmiyeli olanların onda dokuzu kayıt dışı olarak çalışmak durumundadır. Kayıt dışı istihdam, her şeyden önce sosyal güvenlik sisteminin ve vergi gelirlerinin etkinliğini de bozmaktadır. Kayıt dışı istihdamın bir diğer yönü de, kayıt dışı çalışanların sendikal haklardan yoksun olmasıdır. Ülkemizde yaklaşık 4.5 milyon kişinin sigortasız olarak çalıştığı tahmin edilmektedir. Türkiye'de kayıt dışı istihdamın ülke ekonomisine maliyeti çok fazladır. Asgari ücret temel alınarak yapılan bir hesaplamaya göre; kayıt dışı istihdam nedeniyle, işsizlik sigortası dahil, sosyal güvenlik prim kaybı yıllık 19 milyon 200 bin YTL, vergi kaybı yıllık 6 milyon 500 bin YTL'dir Toplam yıllık kayıp ise 25 milyon 750 bin YTL'yi bulmaktadır. Yıl biterken Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun belirlediği yeni asgari ücret rakamı da çalışanlarda büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştur. Türkiye 'düşük ücret' temelinde biçimlenecek ekonomik ve sosyal politikalarla refahı ve toplumsal barışı sağlayamaz. Asgari ücretin belirli bir bölümünün vergi dışı bırakılmasının yanı sıra bu düzeydeki ücretten alınacak vergi oranı da düşürülmeli ve adaletsizlik giderilmelidir. 2006 yılında sonuçlanmayan ancak 2007 yılında çözüme kavuşturacağımızı umduğumuz birkaç sorunumuza da değinmek istiyorum. Bunların başında, geçici işçilerin kadroya alınması konusu gelmektedir. Bazı kamu işyerlerinde ve belediyelerde halen geçici işçi istihdamı devam etmekte, emeklilik haklarını elde etmeden 10-15 yıldır sürekli olarak yılın 11-12 ayı çalışan işçiler geçici işçi statüsünde görev yapmaktadır. Bu konuda Sayın Başbakan ile yaptığımız görüşmelerde olumlu yanıtlar alınmış, ancak sorun halen talep ettiğimiz ölçüde çözüme kavuşturulmamıştır. Önümüzdeki günlerde bu sorunumuzun çözüme kavuşturulacağına inanıyoruz".

"GEÇİCİ İŞÇİLERE KADRO VERİLMESİNİ BEKLİYORUZ"

IMF, Dünya Bankası ve OECD talepleri gereği işgücü maliyetleri ile ilgili olarak sürdürülen paket programı çalışmalarına dikkati çeken Salih Kılıç, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal gündeminde istihdam ve işsizlik sorunu ağırlıklı olarak yer aldığını, çözümü doğrultusunda geliştirilen önerilerin başında istihdam vergilerinin düşürülmesinin bulunduğunu kaydetti. Türkiye'de istihdam vergisine dönüşen ücretler üzerindeki ilave yüklerin düşürülmesini ve AB ülkeleri düzeyine getirilmesini isteyen Kılıç, şöyle konuştu: "Ancak burada yapılacak indirimin yaratacağı kaynak açığının nereden ve hangi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çalışma hayatını düzenleyen bir dizi yeni düzenleme yapmaktadır. Bunlardan biri işsizlik sigortasıdır. İşsizlik sigortasından yararlanma koşullarının ağır olması, İşsizlik Sigortası Fonu'ndan yararlanabilenlerin sayısını ve yapılan ödemeyi sınırlandırmaktadır. Bu düzenlemelerle, yararlanma sürelerinin kısaltılması, işsizlik ödeneğinin artırılması ve yasanın daha geniş bir kesimi kapsaması sağlanmalıdır. İşsizlik Sigortası Fonu'nda birikmiş olan paranın bir başka amaçla kullanılması konusunda çeşitli spekülasyonlar oluşmakta, bu durum çalışanları tedirgin etmektedir. Yapısı ve kuruluş amaçları gereği, İşsizlik Sigortası Fonu'nda birikmiş olan paranın başka amaçlarla kullanılması mümkün değildir. Yasal düzenleme yapılarak bu yolun açılması ise doğru değildir. Diğer bir düzenleme, 2821 ve 2822 sayılı yasalarla ilgilidir. Bu yasalarda da ILO ve Avrupa Birliği normları ile ülke gerçekleri gözetilmeli, kazanılmış haklar korunmalıdır." Kıdem tazminatının işçiler bakımından vazgeçilmez ve tartışılmaz bir hak olduğunu hatırlatan Kılıç, bu hakkın aşındırılması değil, korunması, geliştirilmesi ve daha istikrarlı bir hale getirilmesi gerektiğini savundu. Türk-İş Başkanı Kılıç, kıdem tazminatı ödemelerini yüksek olarak nitelendirerek, kazanılmış haklarımızı geriye götürecek bir düzenlemeyi kabul etmelerinin mümkün olmadığını vurguladı. Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sayın Başbakan, geçtiğimiz ay yapılan Tes-İş Sendikamızın genel kurulunda, gündemlerinde kıdem tazminatı ile ilgili bir çalışma olmadığını söylemiştir. Bir diğer önemli konu, sendikal örgütlenmenin önündeki engeller ve işten çıkarmalardır. 2003-2006 yıllarında TÜRK-İŞ bünyesindeki sendikalarımızca gerçekleştirilen örgütlenme faaliyetlerinde, yasal prosedürün yanı sıra bazı işverenlerin engelleyici tutum ve davranışları sonucu, yalnızca sendikalara üye oldukları için 20 binden fazla işçimiz işten atılmıştır. Bu kapsamda 4857 sayılı İş Yasasının 3 yıllık uygulama sonuçlarının değerlendirilerek gözden geçirilmesi ve İş Güvencesi Yasası'nın kapsamının ve etkinliğinin mutlaka genişletilmesi gerekmektedir.

Bu noktada değinmemiz gereken bir diğer konu da, hükümetin Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı'na koyduğu çekincelerdir. Özellikle adil ücret hakkını düzenleyen 4. maddesine, sendikalaşma hakkını düzenleyen 5. maddesine, toplu pazarlık ve grev hakkını düzenleyen 6. maddesine çekince koymuştur. Avrupa Birliği sürecinde büyük sakınca doğuran bu çekinceler bir an önce kaldırılmalıdır. Özelleştirme uygulamalarının 2007 yılında da devam edecek olması, bizi kaygılandıran önemli bir sorundur. Özellikle yüksek bir kamu yararı niteliği taşıyan enerji sektörünün merkezi yapı dışına taşınması ülkemizde telafisi mümkün olmayan sorunları beraberinde getirecektir. En önemli konu da, enerji sektöründe ülkemizin dışa bağımlılığıdır. Bağımlılık oranının yüzde 66 oranına geldiği ülkemizde artık kömür, rüzgar, su ve güneş gibi alternatif enerji politikalarına ağırlık verilmelidir. Sayın Başbakanın enerji özelleştirmelerinin yapılmayacağına ilişkin açıklaması, çalışanlar açısından olumlu bir gelişme olmuştur. Özelleştirme programına alınan şeker sanayinde yıllardır yatırım yapılmamakta, fabrikalar eski teknolojilerle üretimlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar. Şeker sanayinin Özelleştirilmesi halinde pancar tarımı ve şeker üretimi ile sektörel istihdam daralacak, yaklaşık 6 milyon kişi bundan doğrudan etkilenecektir. Bunların dışında kalan ve Özelleştirme programına alınan diğer kamu kuruluşlarında da özelleştirmeler durdurulmalı ve özelleştirmelere ilişkin yargı kararları bir an önce uygulanmalıdır. Özelleştirme nedeniyle işsiz kalanların 4/C'ye göre çalıştırılmalarıyla ilgili sorunlar halen devam etmektedir. Özelleştirme mağdurlarının branşlarına uygun bir iş verilmemesi, belirlenen sınırlı göstergelerle çalışmaları ve hialçbir sosyal haklara sahip olmamaları ve yasalarımızda temel bir hak olan çalışma ve toplu iş sözleşme yapma özgürlüğüne temelden aykırıdır. Bu nedenle, özelleştirme mağdurlarının sorunları çözümlenmeli ve sendikalara üye olmaları sağlanmalıdır".

"CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNDE STK'LARIN SESİNE KULAK VERİLMELİDİR"

Kılıç, basın toplantısında Türk-İş'in AB konusundaki görüşlerine de yer verdi. Avrupa Birliği uyum sürecinin ekonomik, siyasal ve sosyal boyutları olan bir süreç olduğunu belirten Kılıç, üç boyutun sosyal olanının görmezden gelinmesi halinde uyumun başarılı olamayacağını kaydetti. Kılıç, hükümetin uyum sürecini sadece ekonomik ve siyasal boyutlarıyla ele alma yaklaşımından vazgeçmesi gerektiğini savunarak, "Bu çerçevede ILO ve AB belgelerinde vurgulanan ve sendikaların yıllardır dile getirdiği sendikal haklarla ilgili adımlar hızla atılmalıdır. Türk-İş, Avrupa Birliği sürecinde tam üyelik dışındaki zorlamalara kesinlikle karşıdır. Kıbrıs sorunu ön plana çıkartılarak, 70 milyonluk Türkiye'nin, 700 binlik Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin peşine takılmasını kabul etmemiz mümkün değildir. TÜRK-İŞ, çalışanların hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi temelinde Avrupa Birliği'ne 'evet' derken, Avrupa Birliği organlarını da, ülkemizi ve halkımızı rencide edici tutum ve davranışlarından vazgeçmeye çağırmaktadır" diye konuştu. 2006 yılının son günlerinde, AB'nin Türkiye'ye karşı tutumu ve değişen tavırları karşısında, ülkemizin de artık yeni bir AB stratejisi belirlemesi zamanı geldiğini ifade eden Kılıç, "Türkiye 2007 yılında bu zorunlulukla karşı karşıyadır" dedi. 2007 yılında yaklaşık 300 bin kamu işçisi adına toplu iş sözleşmelerinin imzalanacağını hatırlatan Salih Kılıç, şunları söyledi: "Verimlilik artışının ve kapasite kullanım oranlarındaki yükselişin yol açtığı büyümenin en önemli nedeni işçilerimizin alın teridir, fedakarlığıdır. Ancak bu sonucu yaratan işçiler, bu büyümeden pay almada en büyük hakka sahipken, bu konuda da fedakarlığı sürdürmüşlerdir. Türk-İş, emek verimliliğinin ve fedakarlığının karşılığını istemektedir. Sendikalarımız yetki prosedürlerini sürdürmektedir. Dileğimiz bu sürecin masa başında ve barış içinde en kısa zamanda sonuçlanmasıdır. Çalışanları ilgilendiren bu önemli konuların yanında, ülkemiz siyasal açıdan da yeni ve zorlu bir sürece girmektedir. Bunların başında, Mayıs ayında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi gelmektedir. Türk-İş, Anayasamızda ve Ana Tüzüğünde ifadesini bulan, demokratik, laik, sosyal hukuk devletine temelden bağlı, ülkemizin ve halkımızın çıkarlarını her şeyin üstünde tutan bir kuruluştur. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin, ülkemizde siyasal bir gerilime neden olmasına kesinlikle karşıdır. Türk-İş, Mayıs ayında yapılacak Cumhurbaşkanı seçiminin, Anayasamızın 101. maddesinde belirtilen nitelik ve tarafsızlık ilkesine uygun, 102. maddesinde getirilen kurallar çerçevesinde yapılmasını uygun bulmaktadır. Bu sürecin, Türkiye'de katılımcı demokrasinin yerleşmesi, gelişmesi ve konsensüsün sağlanması açısından önemle değerlendirilmesi gerekmektedir. Demokrasilerde sivil toplum örgütlerinin siyasi iradeyi, siyasi iradenin de sivil toplum örgütlerini ve onların görüşlerini içlerine sindirmesi gerekmektedir. O nedenle, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, siyasi irade, sivil toplumun sesine kulak vermelidir. Böylece tüm toplumu kucaklayan, toplumun her kesiminden takdir görecek niteliklerde, Cumhuriyetin temel niteliklerine uygun, emekten yana bir Cumhurbaşkanının seçilmesi, Türkiye'de gerilimleri azaltır, toplumsal uzlaşmayı sağlar".

Kılıç, basın toplantısı sonunda gazetecilerin sorularını da cevapladı. Kılıç, Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına adaylığı tartışmalarının sorulması üzerine, "Henüz kimse adaylığını açıklamadı. Anayasamızın hükümlerine göre adayların belirlenmesi sürecinde konuyu kurullarımızda değerlendiririz. Şahıslar noktasında bir değerlendirme yapmak istemiyorum" yanıtını verdi. Kılıç, gazetecilerin bu konudaki ısrarlı sorularına net cevap vermekten kaçındı. Kılıç, işçi ve memur konfederasyonlarının birleşmesi gerektiği yönündeki çıkının hatırlatılması üzerine ise, diğer konfederasyonların da bu konuya sıcak baktığını söyledi.

(YZE-ÖK-ÖK-Y)

Kaynak: İhlas Haber Ajansı / Güncel

Haberler

500
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title